Değirmen Kitabından Alıntılar

Sabahattin Ali’nin Değirmen Kitabından Alıntılar

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu yazımızda Sabahattin Ali’nin en sevilen eserleri arasında yer alan Değirmen Kitabından Alıntılar paylaşacağız. En sevdiğiniz Sabahattin Ali kitabını ve sözünü yorumlarda belirtmeyi unutmayın.

Sabahattin Ali’nin Değirmen Kitabından Alıntılar

Düşünüyor musun ki, bakmaya tiksindiğin bu dişleri görebilmek için onun tebessüm etmesi nasıl sabırsızlıkla beklenirdi!.. Tahmin edebilir misin ki, boğazına dolanarak seni boğacakmış gibi korktuğun bu saçların güneş altında ne hayat dolu parlayışları vardı.

Her şeyi hayattan uzaklaştıran, hiçbir zaman yenilmeyen dehşetli bir kudretleri olduğu halde, mütevazı ve kibardılar. Ne gururdan doğan bir süs, ne kendini beğenmeyi gösteren bir ses…

Birden değiştiğimi hissettim… O kadar süratle değişmiştim ki, eski benliğimle yeni benliğim arasındaki ayırıcı çizgiyi elimle tutabileceğimi zannediyordum…

Ta ne zamanlardan beri sesimizi çıkarmayıp içimize attığımız şeyler,hep birden uyandı; hepsinin acısını birden duyduk.

“Sevgilim” dedi, “Mısralarım ki Hind’in ipeklileri kadar ince dokunmuş ve İran’ın kıymetli halıları gibi hünerli renklere süslenmiştir, niçin senin kalbini heyecana getiremiyorlar? Geceyi terennüm eden şarkılarım sana kendi gözlerini; gün doğuşunu anlatan şarkılarım sana dudaklarının rengini hatırlatmıyor mu? Dalgalara ait şiirlerimde dağınık saçlarının tellerine rast gelmiyor musun?”

Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar zor olmamıştır. İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en iyi maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir.
Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüyü sevdin ve bu böyle gidiyor.

Acaba birisini sevdiği için mi, yoksa hiç kimseyi sevemediği için mi, bu kadar yanık, bu kadar derinden çalıyordu?

Halbuki ben onun için bir hiçtim; gelmiş ve geçmiş birisi… Nasıl anlatayım efendim, çorabının yırtığı, şapkasının kurdelesi kadar benimle alakadar olmuyor, evlerindeki kedi kadar bile beni sevmiyordu.

‘Bana tanımadığın şeylerden, saklı güzellikler ve hakikatlerden bahsedebilir misin?’

Kitaplar yeni tanıdıklarına karşı çok ketum olurlar. Bir kere de onlarla laubali oldunuz mu size malik oldukları her şeyi verirler ve onlar bizim isteyebileceğimiz her şeye fazlasıyla maliktirler. Kitapları bir kadın gibi sevenler, yalnız bekar odalarının azabını daha az duyarlar. Ellerinde bir kitapla beraber yattıkları, başuçlarındaki lambayı yaktıkları zaman, bahtiyar bir evlilik hayatının daima tekrar edilen saadetini hissederler.

Onu nasıl sevdiğimi anlattım: ‘Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun’, dedim ‘bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir?’

Bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor yarabbi!..

“Gidersem istikbalimi kaybedecektim, fakat durursam aklımı…”

İsteklerime varabilmek için dış dünya ile bağlarımı azaltmak lazım geldiğini seziyordum. Vücudumdaki her yıkılış, kafamda yeni bir parlaklığa yol açıyor. Ellerimin titremesi arttı, fakat ben baktığım şeyleri daha sebatlı ve ihtişamlı görmeye başladım. Ah, ey peşinde koştuğum hakikat, nihayet seni yakalayacağım.

Dünyanın geçiciliğinden, gökyüzünün sonsuzluğundan, sulardan ve diğer kuşların yaşayışlarından bahsederlerken, gözleri birbirine hasretle bakar ve: “Birbirimizden nasıl ayrılacağız?

Düşünün efendim, bu kadar alıştıktan, onu bu kadar tanıdıktan, kendime bu kadar yakın bulduktan sonra ondan nasıl ayrılabilirdim?

Başka insanların yaptığı birçok şeyleri yapmak hakkının kendisinde olmadığını biliyor ve hiçbir şey istemiyordu.

Dağların üstünde ne bir ağaç, ne iri bir kaya vardı. Yalnız ufak ufak çakıllar… Hani şose yollarına dökerler, en büyüğü yumruk kadar taşlar olur ya, sanki onları almışlar, avuç avuç serpmişler… Neye benziyordu biliyor musun? Zımpara kağıdına; ömrümüzü, zevklerimizi törpüleyecek bir zımpara kağıdına…

Değirmen Kitabından Alıntılar
Değirmen Kitabından Alıntılar

Erkek: “Mademki beraberiz” dedi, “ve birbirimizi seviyoruz, yaşayışımızın herhangi bir yerde olması bizim saadetimizi bozmamalı!”

Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi ?

Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?..

Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır: Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun.. Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun.
Siz sevemezsiniz adaşım

Ve genç şair altı ay memleketin bütün şehirlerini dolaştı ve
orada ağlayanları ve gülenleri gördü.
Büyük bir konağın geniş salonunda raks ve kahkahadan yorulup
terleyenler serin şerbetlere, buzlu yemişlere koşarlarken,
kristal pencerelerden dışarı süzülen ışıkta, soğuktan donan ayaklarını
avuç avuç karla ovmaya çalışan ihtiyarları gördü.
Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak için sarhoşların arkasından
koşan kadınları; ve karnında taşıdığı günahsız çocu­ğu öldürmek için hekimlerin cebine beyaz alevli inci salkımları koyan kadınları gördü. Kardan ve rüzgârdan koruyan bir dükkân kepengi altında, başını bir köpeğin sırtına dayayarak uyuyanları ve güzel ısınmış odalarda, Çin ipeği örtülü yataklarda, nakris ağrılarıyla kıvranarak uyuyamayanları gördü. Aptalların tahakkümüne, günahsızların cezalanmasına; faziletin
susmasına ve ihtirasların gürültüsüne, hikmet ehlinin
tahrik edildiğine ve nadanların alkışlandığına şahit oldu.

Her güzel yazan gibiydim: Konuştuğum şeyler benden evvel yüzlerce defa tekrar edilen lafların değiştirilmiş şekliydi. Halbuki ben, kulaklara bilmedikleri şeyleri söylemek, göz hudutlarının arkasına geçmek istiyordum.

“Bu oda karanlık” diyordum, “bu oda yalnız bugün değil, her zaman böyle karanlık… Burada kitaplarımla ben yaşarız ve bize aydınlık getirecek kimsemiz yok… Ben burada yalnızlığı bardak bardak içiyorum.”

Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz? ‘ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…

Güzel yazıyorsun ey şair, derin ve azametlisin, fakat Fuzulî daha derin, Goethe daha azametli değil miydi?
Söyle, ihtiras ve çılgınlıkta Shakespeare’i, istihza (üzüntü, umutsuzluk) ve ıstırapta Dante’yi geçebilir misin?”
Ve genç şair anlıyordu ki, bu büsbütün başka bir mahluktur. Kadınları hayran eden, çeken şeylerin buna tesiri yok. Çünkü bu kızın gözleri baktığı şeyleri görüyordu ve sinirlerinde hissetmek, kafasında düşünmek kabiliyeti vardı…
Ve genç şair cevap verirdi:
“İçimdeki ateş, herkesin ısınmak için bana sokulmasına kâfiydi. Ben de onu üfleyip çoğaltmak, orada bir yangın yapmak
ihtiyacını duymuyordum… Lakin, ey sevgilim, görüyorum ki bu, kıvılcımlarını senin kalbine sıçratamayacak kadar fersizmiş.
Fakat bunu yanardağ yapacak kudret bile bende var. Sana söylediklerini aratmayacak eserleri getireceğim, sevgilim ve o zaman kalbini bana vereceksin…”
‘Ve o zaman kalbimi sen alacaksın!..”

Düşünüyordum: Gidersem istikbalimi kaybedecektim, fakat durursam aklımı… Yalnız kaldığım günlerde benim yegane dostum olan aklımı…

Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz.

Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegane tesellidir. Her eşyasını ayrı ayrı ve gayet iyi tanıdığım bu odada yalnız onlar her zaman için yeni bir koku taşırlar. Her zaman söyleyecek birçok lafları vardır. Mesela, masanın kenarındaki ucu kırık mermer tütün tablasını belki yüz defa üstten, alttan, sağdan, soldan tetkik etmiş, elime alarak saatlerce kırık yerdeki ince damarları ve pürüzleri seyretmişimdir. O, bana artık kendi sesim kadar bildiktir. Halbuki en çok okuduğum bir kitabın en çok okuduğum bir satırı bile bana bazan başka şeyler söyleyebilir.

Çok konuşmaz, konuştuğu zaman da içindekilerden bize bir şey sezdirmezdi. Neler hisseder, neler düşünürdü? Onu bu dünyaya bağlayan şey neydi? Hiçbirimiz bilmezdik.

“Öyle zamanlarım olur ki, beni sessizce bekleyen odama giderken, bu her akşamki yürüyüş beni sıkar, boğar ve ben caddeyi örten kalın kar tabakasının üstüne uzanarak orayı nefesimle eritmek, ta toprağa kadar bir delik açmak isterim.”

Ve yalnız kendisi için yazdığım bu kitabı ona verdiğim zaman o da benim için sakladığı kalbini verecek…

Dünyanın geçiciliğinden, gökyüzünün sonsuzluğundan, sulardan ve diğer kuşların yaşayışlarından bahsederlerken, gözleri birbirine hasretle bakar ve : “Birbirimizden nasıl ayrılacağız?” demek isterlerdi. Tesadüfün pek merhametli olmadığını ve birbirine böyle yakın olanları bir ikinci defa karşı karşıya getirmediğini biliyorlardı.

Düşündüğü için değil, vakti olmadığı için fenalık yapmıyordu.

Hem biliyor musun bu aptalca bir laftır: Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun…

…Namuslu olabilmek için başkalarının namusuna dil uzatmanın, kirlenmeden yükselebilmek için temiz alınlara basarak çıkmanın yeter olduğunu ve daha buna benzer bir çok şeyleri gördükçe şaşkınlığı büsbütün artıyordu.

Orada kar her yerdeki gibi yumuşak, tatlı değil; dolu gibi iri, yerleri tekmeler gibi sert yağar, biraz sonra da rüzgâr onları alarak çöl kumları gibi yüzünüze fırlatırdı… Güneşi bulutların arasından alay eder gibi dilini çıkardığı zaman görebilirdik…

Lakin artık bir hakikat dünyasını görmek üzere olduğum muhakkak. Gittikçe kuvveti artan bir ışık , bana yaklaşıyor, yaklaşıyor…Etrafım gittikçe daha da aydınlandı…Ah… İşte…İşte o kandilleri birdenbire söndüren kuvvet…

Söylesene, senin hikâyen hangisi? Belki de sen adamına göre başka şeyler anlatıyorsun. Bu da senin zekânı gösterir. O kadar güç bir şey de olmasa gerek, sen kitap okur musun? Ha? Öyleyse hiç korkma… Bir kişiye üç dört hikâyeyi birleştirip anlatsan sermayen gene tükenmez…

” Adeta utanıyorum… ” dedi, ” Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız, kıyafetimiz düzgündür. Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz. “

Bu hayatta hepsi olur; buna rağmen, bu hiç beklenilmedik vaziyet senin hâlâ çocuk olan kalbini kim bilir nasıl ürküttü?

Bu yazıyı değerlendirmek için tıklayın!
[Toplam: 0 Ortalama: 0]

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Sabahattin Ali’nin Değirmen Kitabından Alıntılar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!