Sabâ Altınsay’ın “Benim Hiç Suçum Yok” Romanı Üzerine
Daha önce, Sabâ Altınsay’ın “Kritimu – Girit’im Benim” adlı göç romanını tanıtmıştım. Bu eser, mübadele dolayısıyla doğup büyüdükleri, vatan bildikleri Girit’ten koparılıp Anadolu’ya zorla göç etmek durumunda kalan insanların hikâyelerini, dönemin çalkantıları ve toplumsal dönüşümleriyle birlikte sayfalara taşıyordu. Şimdi ise, Altınsay’ın ikinci romanı olan “Benim Hiç Suçum Yok” ile karşınızdayız. Bu roman, İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri henüz ülkemizi sarmadan, ancak savaşın yarattığı korku ve belirsizliğin hayatı nasıl etkilediğini ele alıyor. O dönemde, olası hava saldırılarından korunmak amacıyla geceleri karartma uygulanan bir kıyı şehrinde geçiyor.
Roman, varlığı ve yaygınlığı bir toplumsal sır olan aile içi cinsel istismarın, mağdurları ve bu duruma tanıklık eden yakınlarında yarattığı travmalarla nasıl bir hayatı perişan ettiğini, anne Behice, çocukları Kadriye ve Cihan Nedim ile giderek sağırlaşan baba Hikmet özelinde anlatıyor. Ayrıca, gerçek bir aşkın ve gerçekten sevenlerin, birbirleri için katlanacakları fedakarlıkların, göğüsleyecekleri zorlukların boyutu, Cihan Nedim’in gönlünü kaptırdığı şehrin ‘orospusu’ Mercan üzerinden ustalıkla işleniyor. Roman boyunca, bu derin temaların yanı sıra oldukça başarılı, gerçekçi ve detaylı bir dönem panoraması da eşlik ediyor.
Sabâ Altınsay’ın “Benim Hiç Suçum Yok” romanı, tıpkı “Kritimu” gibi duru ve akıcı bir Türkçeyle kaleme alınmış. Bunun yanı sıra, farklı anlatım tarzlarına ve denemelere de yer veriliyor. Örneğin, ağır hasta Cihan Nedim’in sanrılar içinde kendi kendisiyle (I. Cihan Nedim, II. Cihan Nedim, III. Cihan Nedim) yaptığı içsel konuşmalar, ses, görüntü, his ve anılar bölümü, okuyucuyu romanın içine çeken etkileyici denemeler arasında yer alıyor. Ancak, romanda yapabileceğim tek eleştiri, “Kritimu” ile benzer bir nitelik taşıyor: hem bölümler arasında hem de bazı bölümlerin içinde zaman atlamalarının büyüklüğü. “Benim Hiç Suçum Yok”ta da benzer bir durum söz konusu. Bu durum, romanın akışında zaman zaman kesintilere ve derinleşememeye neden oluyor.
Özetle, “Benim Hiç Suçum Yok”, bizzat yaşanmasa da, savaşı ve onun yaydığı korkuyu, aşkı, yokluğu, yoksulluğu, soğuğu, istifçiliği, vurgunculuğu, küçük de olsa iktidar sahiplerinin acımasızlığını, aile içi şiddet ve istismarı canlı tasvirlerle anlatan, bahsettiğim bazı eksikliklerine rağmen iyi bir roman. Bu roman, okuyucuyu derinden etkileyen bir deneyim sunuyor.
(İki romanını da beğenmiş bir okur olarak, Sabâ Altınsay’dan yeni bir roman beklemek benim hakkım diye düşünüyorum… Umarım daha fazla beklemeyiz!)
Can Yayınları, 2011, 1. Basım
Sabâ Altınsay (1961 – )