kanayan ruh

Kanayan Ruh

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Güz’ün sonucu olan yaprakların üstüne bastığımda, kulağıma huzur verici çıtırtı sesleri doluyordu. Adımlarım bunun bilinciyle yavaş atmış olmalıydı. Etrafta ezilen kurumuş yapraklardan başka ses yoktu. Bu beni tatmin etmişti.

Sırtımda ki çuvalın içinde bulunan et yığını vakit geçtikçe ağırlaşıyordu. Oysaki hâlâ ölmemişti. Şu an da ölmesini istemezdim. Onun kanını izlemeye daha çok vaktim vardı ve ölmesi daha erkendi.

Gecenin karanlığına gizlenen adım seslerim huzur verse de beni sinirlendiriyordu. Sırtımda ki et yığınını geldiğim yere hızlıca attım. İçinden canının yandığının habercisi olan feryatlarını duyuyordum. Bu feryatlar kulağımı doldurdukça daha fazla duymak istiyordum. Beni öyle cezbediyordu ki onun sadece bu soğukta ölmesini istemezdim. Bana kan gerekiyordu. Adeta karnım açmışçasına yemek yemeliydim gibi bir şeydi bu. Beni doyurucu bir zevke ulaştıracak, bedenimi bile zevkten titretecek ve nefeslerini sıklaştıracak kadar etkiliydi benim üzerimde. Bu yüzden soğuktan ölmesi için daha erkendi.

Akşam yemeğim misali olan et yığınını çuvaldan çıkardıktan hızlıca yere attım. Feryat sesleri kulağıma bir köle gibi bana sundular kendilerini. Daha fazlasını istedim ve içeri buyur ettim onları.

Cebimdeki bulunan bıçağı çıkardıktan sonra önümde ki kızın yavaş yavaş açılan gözlerine baktım. Sırtı ağrıyor olmalıydı ki yüzünü buruşturmuştu. Gözlerimin daha fazlasını isteyen sesini duyuyordum. Beklemeliydi çünkü istediğini onlara verecektim.

“Yapma, yalvarırım yapma” diye fısıldadı bana doğru ıslık gibi gelen sesi. Bet duyulmuyordu. O kadar bitap bir haldeydi ki, sesini bile çıkaramıyordu zavallıcık.

“Aaooww! Ama olmaz ki. Sen hemencecik mızıkçılık yapıyorsun. Halbuki daha oyuna yeni başladık. Ebe olmalıydın. Kusura bakma.” dedim. Gözleri bana canını bağışlamamı istercesine bakıyordu. Ama bir o kadar da cesurdu. Garip bir kadındı açıkçası. Ona karma denilebilirdi. Aptal olduğu kadar zeki, gurursuz olduğu kadar gururlu, fedakar olduğu kadar bencil gibi bir çok özelliği vardı. Açıkçası kurbanların arasında beni dumura uğratan tek kişiydi.

“Ne yapıyorsun sen ya! Manyak!! Nereye getirdin beni!” Söylemiştim. Tamamıyla karma biriydi. Ama bu az sonra bana akan kanının bana verdiği zevk nedeni ile yalvaracağı gerçeğini değiştirmiyordu.

“Bak ayıp ediyorsun ama. Daha yeni geldik. Hiç böyle çıkışılır mi?” dedim sakin ve işgüzar bir tavırla.

Bana baktığı bakışları, sanki kafatasımı delecek ve içindeki beynimin kanını çıkaracak gibiydi. Bu durumda bunu sadece ben yapabilirdim. Çünkü şu an ben efendi, o köle konumundaydı.

Elimdeki bıçağı ona doğru yaklaştırdım. Gözlerini kaplayan korku bana yetmedi. Gözlerim daha fazlasını istercesine çığlık attı içinden. Yeter artık dayanamıyorum dercesine. Yak artık canını dercesine. Kan istiyordu gözlerim. Çöldeydim sanki. Deli divane olmuş, her yerde bir gram su arıyordum. Zaman gerektiğinden fazla uzamıştı bu karma kadın için.

Bıçağı ona yaklaştırıp köprücük kemiğine dokundurdum. Kurbanlık bir koyun gibi kıvranıyordu. Gözleri beni kesme diyordu bir kurban olarak. Lakin ben bir kurban sahibi olarak onun bu isteğini kulak arkası ediyordum.

Elime daha fazla güç uygulayarak köprücük kemiğinden kan akmasını sağladım. Akan kan sağa doğru, karma kadının kemikleri üzerinden kendine bir yol izlemişti. O kan süzüldükçe kana olan açlığım artıyordu. Onu öldürmeden de bu açlık bitmeyecekti. Biraz daha eğlenebilirdim.

Sanki bir topluluk vardı da bana itaat ediyorlardı. Karma kadının kanını görmeden önceki acı çekişlerinden daha fazlasını istiyordum. Ve onlarda bu toplulukta bana itaat ettiği için daha fazla feryat göndermiş gibiydi. Kulağım ve gözlerim bu defa feryatları ve bu vahşeti içeri buyur ediyor ve yine daha fazlasını istiyordu…

Karma kadının üzerindeki gömleği yırtıp köprücük kemiğinden aşağı devam ettim kesmeye. Akan kan ruhumu dinlendiriyordu.

Kadının feryatları artmış kulağıma girmek için sabırsızlanıyordu. Bu çığlıkların bana daha çok zevk verip beni tahrik ettiğini bilseydi atmaya devam edermiydi orası meçhul. Bu tahrikle beraber daha çok bastırdım bıçağı.

“Bırak beni adi adam.” dedi bir şey yapamamanın çaresizliği ve hırsıyla. Onun bu dediklerini umursamadım.

“Hiç olmadığın kadar güçlü hissediyorsun değil mi? Hemde hiç olmadığın kadar. Bana acı vererek gücün sende olduğunu düşünüyorsun. Ama ne kadar güçsüz olduğunun farkında değilsin öyle değil mi? Baksana babanın anneni öldürmesine rağmen ağlayamadın sen ve daha nice felaketlerine. Bununla beraber güçlü olduğunu savunursun değil mi? Hayır değilsin.

Bir bebek masum olarak doğar. Onu dünya kirletir. Ama bazı insanlar vardır sana çocuk sağlığı ile bakan. Eminim ki daha önce onlara bakıp ne kadar saf olduklarını düşünmüşsündür. Emin ol senden daha güçlüler. Nice kadın tecavüze uğradığı halde çocuğu, ailesi, arkadaşları için ayağa kalkabilen kadınlar onlar. Sen kesin onlara bıyık altından da gülmüşsündür. Ama bir şey diyim mi? Sen saf çocukluk masumiyetini koruyacak kadar güçlü değilsin. Anne karnından çıktığın gün ki gibi kendi acını, kederini ağlayabilip ve dışarı atacak kadar güçlü değilsin. İnsanlar seni bu yaşadıklarından dolayı kötü olmadan dolayı seni suçlamazlar. Güçsüz olduğun için suçlarlar. Hadi öldür beni. Benim kaybedecem bir şeyim yok” dedi kahkaha atarak.

“Senin tecavüzünden sonra bile ayağa kalkıp arkadaşlarım, ailem için tekrar kalktım ben. Kendim için kalktım. Başardım. Kendimi korudum. Yeri geldiğinde ağladım. Yeri geldiğinde güldüm. Yeri geldiğinde korktum. Her duyguyu tattım ben. Senden sonra bile.”

Dedi gözlerindeki yaşlar ve dudağındaki tebessümle.

“Ölürken de güleceğim ben. Güleceğim ve ağlayacağım.” dedi. Bakışlarına bakılırsa kendiyle gurur duyuyordu. Aptaldı. Bu dünyaya geldi ve bu dünyanın kuralına göre oynamalıydı. O köleydi ben ise efendi. Güçsüz olan oydu ben değil. O halde ona güçlünün kim olduğunu göstermeliydim.

Bıçağı havaya kaldırıp tam kalbinden sapladım. Dudağında tebessüm vardı ve gözleri açıktı. Dudaklarından gelen kan karnımın hafiften kasılmasına ve nefeslerimin sıklaşmasına neden oldu. Artan kalp atışlarım heyecanlandığımın belirtisiydi.

Elimdeki bıçağı defalarca kez sapladım.Hiç durmuyor ve elime geldiği gibi savuruyordum bedenine. Bıçağın et yığınına girip çıkma sesleri kulağıma doluyordu. Etrafa dağılan kan göz kamaştırıyordu. Çölde şu bulmuş ve kana kana içmiş gibi hissettim. Bu yolun sonunda bir bolluğa ulaşmıştım ve bu bolluk beni huzura çağırıyordu. Gözlerim gördüğü vahşetle bayram ediyordu.

İnsanların kafatasılarının içinde bulunan et yığınını gerçekten anlamıyordum. Bu dünyaya geldiğinize göre oyunu kuralına göre oynamalıydınız. Çocukken ne gördüyseniz onu yapıp geleceğe öyle hazırlanmalıydınız. Değil mi?

Elime aldığım çakmak ile gözlerim yemeğimi bitirmişimde tatlıyı bekliyormuşum gibi bakıyordu. Bu düşünce ile yüzümde var olan tebessüm daha da büyüdü. Çakmağı çaktıktan sonra elimdeki küçük bir şişede olan benzinle beraber cesedin üstüne attım. Cesedin tamamen yok olmasını bekledim. Çatır çutur gelen sesler kulağımla bayram ediyordu.

Cesedin geride külleri kaldığında ateşin üstüne su döktüm. Sadece iskeleti kalmıştı ortada. Gözleri yanmamış ama feri solmuş bir halde bana bakıyordu. Bu gözler bana onun yenilgisini hatırlattı. Bana ise zaferimi. Demek ki ona göre her zaman güçlü olmak gerekmiyormuş değil mi? Üzerindeki kıyafetler ve organlar yanmış ve geride küllerini bırakmıştı. Henüz tam anlamı ile yanmamış olan kalbi, küle bulanmış, bana göz kırpıyordu. Hafifçe iskelete doğru eğildim. Bu hali bile kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Halbuki sevdiğim kadın ölmüştü. Onun iskelet hâli bile beni cezbediyordu. Bu düşünceyle tebessüm ettim.

Yüzümde ki tebessüm ile onu arkamda bıraktım. Onun o cezbedici hâlini hiç unutmayacaktım.

********

Adamın ayağına değen her bir yaprak isyan edercesine çığlık atıyordu. Yapraklar masum bir çiçegin yasını tutuyordu. Adamın ayakları değen her bir yaprak kendi varoluşuna lanet ediyordu neden bu adam üzerime bastı diye.

Bu yapraklar her hafta bir çiçeğin soluşuna yas tutardı. Kendi bitikliklerini bile görmez her hafta gelen çiçekler için dua ederlerdi. Gözyaşları yoktu belki ama feryatları vardı.

Bazen bir yaprağın sesi huzuru anımsatırken, bazen de ölümü anımsatabilirdi.

İşte yeni bir çiçek daha. Bir gelincik denilebilirdi ona. Kırılgan bir gelincik.

Adam sakince yolda yürürken kenarda eline aldığı sigarasını içmeye başladı. Yok ettiği çiçekler gibi tükenen sigarasını yere atıp üstüne bastı. Sokakta elini telefonu tutmak için kulağına dayamış olan kızı fark etti. Kızın dudağındaki tebessüm onu bir inci tanesi benzetmesine yol açmıştı. Onun arkasından bakakaldı. Baktı baktı baktı… Gerçekten dünya üzerinde böyle biri karşısına çıkmışıydi acaba diye düşündü.

Şimdi sorun ona yok ettiği çiçekleri. Sorun ona nasıl parça parça hepsini bitirdiğini. Hepsini nasıl yaktığını. Hayatlarının yapraklarını nasıl teker teker döktüğünü. O her bir kadını papatya gibi severdi. O papatyaya sevgisini ölçmek için papatyayı eline alır ve seviyorum, sevmiyorum diye sayardı. Onun yapraklarını döktüğünü hiç anlamazdı.

Bu yazıyı değerlendirmek için tıklayın!
[Toplam: 0 Ortalama: 0]

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Kanayan Ruh

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!