featured
  1. Yazılar
  2. Kitap İnceleme
  3. Acıyla Başa Çıkma Yolları

Acıyla Başa Çıkma Yolları

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Acıyla başa çıkma yollarını seviyorum. Anlatı boyunca ilerleyen, çatallanan ve dallara ayrılan bir yapı, anlatıyı biçimlendiriyor ve dile getirme biçimleri doğuruyor; bu da uçsuz bucaksız bir alan yaratıyor. Biricik bir şey, genellikle zorlayıcı, okurun bir parçası haline gelmeyen ve okuru bir parçası yapma amacı gütmeyen bir alan, yabancı olmaya müsait topraklar. Gökhan Yılmaz, bu topraklarda ailevi meseleleri sözcükleri parçalayarak, garip biçimlerde birleştirerek ve anlamlarını bozup tekrar çatarak anlattı. Belki pek beğenilmedi, öykülerinde oyundan başka bir şey olmadığı söylendi ama buna katılmıyorum. Bir metnin yansımasında kendimizi -bir biçimde, anlamda veya durumda- görmemek, o metni iyi ya da kötü yapmaz. Bir metni iyi veya kötü yapan şey, o metne girmek veya dahil olmak olmamalı. Birgül Oğuz da bu açıdan eleştirildi; onun için de aynı durum geçerli. “Yazar farklı bir şey denemiş, olmamış” türünden yorumlar, metinle ilgili en ufak bir açımlayıcı yorum içermediği gibi pek bir değer de taşımıyor. Bu tür metinlerde öznel deneyim, okuma deneyimi ve bir nevi anlayış önemli. Acının dile getiriliş biçiminin benzersiz ve farklı olması kadar doğal bir şey olamaz. Esterházy de benzer bir doğallığın peşinden gidiyor; aslında bu doğallık bazı okurlarca oyunun ta kendisi gibi göründüğü için yapay, zorlama bir anlatıya yol açıyormuş gibi değerlendirilmiş. Ben bunun tam tersini düşünüyorum; acının yörüngesinden ayrılmayan anlatının bütün uçarılıklarını doğallığın tam kalbinde buluyorum.

Annesi bir hastanede, uzun ve yorucu bir biçimde ölen anlatıcının anı parçalarından oluşan anlatı, her bir bölüm için farklı yazarların metinlerinden alıntılarla genişletiliyor. Bu iyi bir fikir. Metni didiklenen birkaç yazar arasında: Thomas Bernhard, Jorge Luis Borges, Anton Çehov, Lautréamont, Arthur Rimbaud, Georg Trakl gibi isimler var. Böyle gidiyor; bölümlerin sonlarındaki alıntılar anlatıcıyı çiftlemiş oluyor. Metinlerin adı verilmediği için bağlamı bölümlerin anlatıcısının bağlamına doğrudan eklediğimizde, anlatılanlarla alıntılar arasında her zaman doğrudan bir bağ kurulmadığı için karmaşık bir yapıyla karşılaşıyoruz. Kimi okurlar bu teknikten ötürü zorlanmış, zorlayıcı bir şey gerçekten. Yine de tümden bir kopuş gerçekleşmiyor; sonuçta yardımcı fiiller eklendikleri cümleyi bambaşka yerlere götürebilirler. Anlatıcının niyetine de bakalım: Dili kullanmıyorum, gerçeği anlatmak istemiyorum ve sizlere anlatmak gibi bir isteğim de yok. (s. 6) Devamı: Konuşmuyorum; ama susmuyorum da; buna rağmen bu başka bir şey. Temkinliyim, söz konusu annem. (s. 6) Konuşmakla susmak arasında bir düzlem, her çağrışıma açık. Annenin kaybından sonra düşünülenler sözcükleşiyor ama sözcükler tamamen kaybedene ait değil; alıntılardaki kayıplardan da sözcükler var, her bir bölüm için bir katman. Mallarmé bir yerde anılıyor; dünyada her şeyin kitap olması için mevcut olduğuna dair bir söz. Bir kitap, başka kitaplarla kurulur. O halde bu kitap, bir yankılar toplamı olarak da görülebilir.

Annelerinin kötü durumda olduğunu bilen kardeşler, babalarından gelen telefonla birlikte toplanıyorlar. Evde olsalar iyi olur; yani o aralar, sona yaklaşılırken, daha fazla ertelemeden ölümle yüzleşmeliler. Anlatıcı, ölümü sevecek cesareti olmadığını söyler. Bölümün alıntısı Camus’den: Anne öldü, dün, patrona da söylenmeli bu, anlamsız olsa da. Annenin çocuklara duyduğu sevgi kıyaslanıyor; anlatıcıya göre annesi erkek kardeşini daha çok seviyor, yine de tam olarak bilinemeyecek bir şey. Anlatıcı bu konuda bir sonuca varamıyor; varamamasının sebebine bağlanabilirse şu var: Kız kardeşim en güzel olanımız; onda babamın narin yapısıyla annemin canlılığı var. Gerçi erkek kardeşimi kadınlar daha çok seviyorlar ama benim kadınlarım da beni seviyor. Yalnız bende gereğinden fazla kişisellik var – nev’i şahsına münhasır “metin bozulması”yım. Elbet bundan çıkarılacak bir sonuç yok. (s. 10) Davranışların amaca erişmesi anlatıcı için önemli; istenci dumura uğramış gibi gözüküyor. Bu durumda edimleri de çarpık; gerçi kardeşlerin tümü için aynı şey söylenebilir. Yarım yamalak anılarda bütün kardeşlerin tek bir sözcükle gülmekten çatlamaları, ardından gelen derin sessizlik ve irkilme anları, ne yapacakları konusunda bir fikirlerinin olmadığını gösteriyor. Eylemlerinde bir tutarlılık veya dinginlik aramamak gerekiyor. Hastanede hemşire anneden “geriye kalanı” gösterdiğinde, kendi başına soluk bile alamayan bir bedenin ölüme yakınlığı ortaya çıkınca, bedenin orasından girip burasından çıkan borulardan gelen ıslık sesleri odayı doldurduğu zaman daha da geriye gidiyor anlatıcı; çocukluklarından, gençliklerinden bahsediyor. Sonra doktorun, Ölümü de istemek gerekiyor, sözüyle birlikte âna geri dönüyor. Anne ölmek istemiyor bir türlü; yaşama sıkı sıkı tutunuyor. O durumda, kendine geldiği zamanlarda çocuklarına bağırıyor; geç kalmış konuşmalar yapılıyor, haykırışlar odayı inletiyor. Yaz mevsimi, her yer yanıyor; odalardan leş kokuları yayılıyor. Sokağın pis ve ağır kokusu hastanenin kokusuyla birleşince iş dönüp dolaşıp Tanrı’ya kadar geliyor. Acımasız Tanrı, çaresizlikten başka bir şey sunmuyor insana. İnsan sıklıkla çaresiz kalıyor; ne yapacağını bilemiyor, uzayda kapladığı yeri dolduramıyor bir türlü. Zihnini işe koşuyor en sonunda; düşünmek, daha çok düşünmek. Babanın geçmişteki hataları, kardeşlerin hoyratlıkları, her şey yüzeye çıkıyor; itiraflar, pişmanlıklar, her şey açıkta. Cenaze için verilen bahşişlerde, mezarın başına konan çelenklerde bir amaç var. Kendilerini rahatlatmak isteyen kardeşler, ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını düşünmek istiyorlar. Bahşişi en yüklü tutanın baba olması, bir suçun affının dilenmesi olabilir belki. Anne, güzel bir ölü değil doktora göre; herkes öldükten sonra çirkinleşir ama güzel ölmek, güzel bir ölüm, ölü güzelliği mümkün olmayan bir şey. Herkes ölüyor; kimse güzel kalmıyor, güzelse de. Beatriz’in ayakları hâlâ sıcakmış otopsi uzmanına göre; buradan bir güzellik devşirilebilir mi? O kadar da ölü olmayan bir ölü. Yarımlık herkesi canlı kılabilir; tamamlanmamış bir veda, bir ayrılık, kopuş, artık her neyse, ayakları sıcak tutabilir, parmakları hareket ettirebilir; hatta ölü bir bedeni konuşturabilir, yapay anılar yaratabilir. Metnin ikiye bölünmesini buna bağlıyorum biraz; anne oğluyla konuşuyor bu kez. Makinelerden, borulardan ve topraktan gelen sesler. Şu cümleyi sevmezdin herhalde (çünkü patavatsız ve kendini beğenmiş): ben aklıma gelebileyim diye aklıma geliyorsun. İçimde acı yok, sadece yorgunluk, büyüyen sessizlik ve artan dehşet. (s. 59) Annenin söyledikleri bir yansıtma; kendi düşünceleri değil. Bu açıdan bakarak okumalıyız. “İyi annelik” yapmamış Beatriz; bu açık bir yara olarak kalmış. Her an aşık olabilirmiş; ölüme en yakın olduğu an, yaşamı da açık bir gök gibi kuşatabilirmiş. Alman askerlerinin ısrarlı tacizlerinden kurtulan, savaştan sağ çıkan annenin eşi, askerlere tokat atmış; evinden atmış onları. İyi ki öldürmemişler adamı; belki de tek zaferini bu şekilde kazanan adam, kumar oynamış aslında. Eşi, elbise dolabında düzülme korkusuyla saklanan kadın, ne zaman naftalin kokusu alsa, kusarmış bu yüzden.

Acıyla Başa Çıkma Yolları

Birileri iki saatte on kilo karpuz yiyebileceğini söyleyip bahse girmiş, kazanmış. Yabancıları sevmenin mümkün olduğu anlaşılmış; her şeye rağmen. Sadakatsizlik affedilebilirmiş; babanın açık saçık mektupları bir oyunun parçası olarak görülebilirmiş. Günler boyunca ortadan kaybolabilirmiş insanlar; sonra hiçbir şey olmamış gibi ortaya çıkarlarmış. Ölüler, ne kadar ağır olduklarını sorabilirlermiş; anne sormuş en azından. Anne, ölümünden sonra gerçekten konuşmaya başlamış; öncesinde çocukları onu tuvalete götürürlermiş. Kasıklarındaki kıllar açığa çıkınca başlar çevrilirmiş; güldürülen insan rahat rahat işeyemezmiş; çişi geri kaçarmış. Bir anne, ölümden korkarmış. Bu sonuncusundan daha korkunç bir şey düşünemiyorum. Aslında bu metni okumak iyi gelmedi bana; geçen yıl ananemi kaybettikten sonra annem iyice kötüledi; sağlığı bozuldu; şimdi zorlukla yürüyor, kaç gündür hastaneye taşınıyoruz. Emre’nin yanına, Fethiye’ye gidecektim; biletleri almıştım ama gidemedim, başka zaman. Neyse, sıkı bir metin bu. Okunur gayet. Okunmalı.

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Acıyla Başa Çıkma Yolları
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.