featured
  1. Yazılar
  2. Kitap İnceleme
  3. Piraye’nin Anıları ve Nâzım Hikmet’in Mirası

Piraye’nin Anıları ve Nâzım Hikmet’in Mirası

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Memories of Piraye and the Legacy of Nâzım Hikmet

Memories of Piraye and the Legacy of Nâzım Hikmet

Piraye, dün gece hayata veda etti. Tam olarak kaçta olduğunu bilmiyorum. Birkaç kaşık süt içirmeye çalıştığımızda saat yediyi biraz geçiyordu. Onu yan çevirip üstünü örttük. İki gündür gözlerini açmıyor, hiçbir şey yemek istemiyordu. Sürekli bir uyku hali içindeydi. (s. 7)

Nâzım Hikmet’in şiirlerini saklayan, onları kimseyle paylaşmayan, hatta çoğaltılmadığı sürece Aziz Nesin’e bile vermekten çekinen Piraye’nin ölümünün ardından, oğlu Memet Fuat anılarını yazmaya karar verdi. İki yıl boyunca bu anıları kaleme aldı ama anlatacak daha birçok şeyi varken yazdıklarının yeterli olduğunu düşünüp işi sonlandırdı. Memet Fuat’ın edebiyat dünyasına kattıkları herkesçe biliniyor; toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yazdığı öyküler ve şiirler günlük hayattaki sorunlara odaklanıyor. Ancak, yayıncılığı ve eleştirmenliği benim için daha büyük bir öneme sahip. Ne yazık ki anılarında bu yönlerine pek fazla yer vermiyor, daha çok Erenköy-Göztepe-Altunizade üçgenindeki eski zaman insanlarını ve köşklerini ele alıyor, kendi çocukluğunu ve gençliğini sorguluyor, çağrışımlarla geçmişi yeniden inşa ediyor.

Bu geçmişte, uğruna sayısız şiir yazılan, doludizgin bir aşkı her şeye rağmen sürdüren Piraye’nin etkisi belirgin. Anne olarak oldukça sevecen, çocuklarına düşkün bir kadın. Öte yandan, Fuat’ın incelikle anlattığı Nâzım Hikmet’in Piraye’si, aşkına sadık bir eş. Nâzım, Çankırı’da ve Bursa’da hapis yattığı dönemde Piraye, elinden geleni yaparak onu yalnız bırakmamış. Çankırı’da ev tutmuş, insanların söylediklerine kulak asmadan sevdiği adamı görmek için yüzlerce kilometre yol almış. Piraye, Nâzım Hikmet’in coşkusundan yoksun olduğunu, herkesin içinde sarılmak ve yakınlaşmak istemediğini söyler. Bu uyumsuzluk, aşk sürdüğü sürece bir çekicilik unsuru olmuştur ama sonrasında başka kadınların ortaya çıkması ve Nâzım’ın salıverilmesi gündeme geldiğinde, ikisi arasında bir mektup yazılmıştır. Mektupta, artık bir araya gelmelerinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Nâzım Hikmet’in yeğeni, değerli çevirmen Rasih Güran, mektubu getirirken ağlamış. Piraye ise ayrılığı soğukkanlılıkla karşılamış; zaten bir gün ayrılacaklarını, aldatılmalara daha fazla katlanamayacağı bir zamanın geleceğini içten içe biliyormuş.

Sonrasında Nâzım Hikmet’in barışma çabaları olmuşsa da, Piraye için biten bir şeyin geriye dönülmesi mümkün olmamış. İlk evliliğini on beş yaşında yapmış, iki çocuk doğurmuş ve on yedisinde kocasının kendisini bırakıp gitmesiyle hayal kırıklığına uğramış. İkinci hayal kırıklığından sonra hayatına kimseyi sokmamış; Nâzım’dan sonra bir daha kimseyi öyle sevemeyeceğini belirtmiş ve yalnızlığa çekilmiş.

Memet Fuat hatırlıyor, 1995’te 1920’lerin Kadıköy’ü oldukça parlak ve güzeldi. Küçükyalı’da oturuyorum; anlatılan yerlerde birçok kez bulunduğum ve boş zamanlarımda sokak sokak gezdiğim için gözümde canlanıyor her şey. Ethem Efendi’deki köşk, otuz dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş. Bir ucu istasyona yakın, diğer ucu bugünkü Bağdat Caddesi’ne bakıyor. Muazzam bir alan; komşu köşklerle birlikte dev bir yeşilliğin içinde birkaç binadan başka bir şey yok. Hatırlayamadığım pek çok yazar, bu yakanın o zamanlarını anlatmıştır. Şimdi hatırladığım iki metin var: Melih Cevdet Anday’ın Aylaklar romanı ve Peride Celal’in bir romanı. İnsanlar sahile inip denize girerlermiş, Pendik’e kadar sahil varmış, müthiş bir şey. Sonrasında tabii ki bu arsalar parsel parsel satılmış, önce başka köşkler belirmiş, sonra bu köşkler de yıkılıp koca koca apartmanlar dikilmiş. Numunelik birkaç köşke rastlayabilirsiniz, daha çok üst taraflarda. Erenköy Fizik ve Tedavi Hastanesi’nin bahçesinde bir tane var ve lüks birkaç sitenin bahçesinde de duruyor, geçmişin güzellikleri berbat edilmiş.

Fuat’ın dedesi Mehmet Ali Paşa’nın anılarda büyük bir payı var; köşkün sahibi olarak hemen her yere burnunu sokan uçarı bir adam. Torunlarını o kadar seviyor ki, Fuat’ın aşırı kilo aldığı bir dönemdeki zayıflama çabalarına karşı çıkıyor. Torununa yedirdikçe yedirmek istiyor ve bunu başaramayınca onca orduyu yönettiğini ama bir çocuğu yönetemediğini söyleyip torununu kovalamaya başlıyor. Matrak bir adam. Oğulları, kızları, hepsi ayrı bir alem. Kimin kim olduğuna çok girmek istemiyorum, o kadar çok insan var ki işin içinden çıkamam, yalnızca önemli olaylara değineceğim. Bir iki detay vereyim; o dönemdeki çoğu aile birbirini tanıyor, İstanbul o zamanlar küçük bir yerdi, dolayısıyla ailelerde pek gizli saklı olay olmuyor.

  • Piraye’nin ilk eşi Vedat Örfi Bengü, çok yönlü bir adam; yazarlığı, müzisyenliği ve yönetmenliği var. Paris’e gidip başka kadınlarla takılmaya başlıyor.
  • Piraye, dört yıl bekledikten sonra ümidi kesip babasının evine dönüyor; talipleri çıkıyor ortaya.
  • Sonra Nâzım Hikmet ile tanışıyor ve hayatı bir kez daha değişiyor. Cihangir’deki evde yaşamaya başlıyorlar.
  • Nâzım, o yıllarda sinema sektöründe çalışıyor; Erenköy’deki köşkte de filmler çekiliyor.

Bu dönemin anıları çok hoş; yokluklar içinde bir şeyler yapmaya çalışan insanların mücadeleleri, köşkte çalışanlar, onların çocukları, komşular ve komşuların çocukları derken kadro genişliyor. Bir iki mesele tekrar tekrar ele alınıyor, dolayısıyla kronolojik bir yapı yok.

Abdülhamid bahsi ilginç; dede pek bir şey anlatmıyor, kardeşinin padişah damadı olması dolayısıyla ülke dışına çıkarıldığı zaman da pek bir tepki vermiyor. Dedesinin Abdülhamid’e dair anlattığı tek bir anı var; bu da ekmeğe zam yapıldığı zaman Abdülhamid’in odasında döne döne uyuyamadığı. Bunun dışında açık bir övgü veya yergi yok. Atatürk’le ilgili de benzer bir durum söz konusu; doğrudan bir söz, bir şey yok. Cumhuriyet ilan edildikten sonra pek bir şey yok. Fuat anlatmıyor en azından. Tek bir nokta var; mimariyle ilgili bir meselede yeni çıkan bir kanuna uymuyorlar, sorunu tanıdıklarıyla hallediyorlar, sıkı ilişkileri var kısacası. Nâzım Hikmet’le ilgili meseleye güçleri yetmiyor tabii; Fevzi Çakmak’ın kızından yardım istiyorlar. Ağır hasta olan ve kızını çok seven Fevzi Çakmak, mevzu açılır açılmaz odadan çıkıyor, kızını dinlemiyor. Çok sonraları yurt dışından yükselen protestolara yurt içindeki sesler de karışıyor ve bu şekilde Nâzım Hikmet serbest kalıyor, bir süreliğine tabii. Tekrar hapse girme tehlikesi ortaya çıkınca Refik Erduran’ın yardımıyla Rusya’ya kaçıyor; iyi de ediyor.

Başka bir ilginç mesele; Yahya Kemal hakkında kötü bir şey söylemiyor ve söylettirmiyor Nâzım Hikmet. Galata Köprüsü’nde tek başına eylem yapan annesini görmezden gelen şaire duyduğu saygı büyük. Annesiyle Yahya Kemal arasında bir şeyler yaşanmış; Yahya Kemal evlilikten son anda vazgeçmiş diye hatırlıyorum, bu yanlış olabilir.

600 sayfa boyunca geçmişin bir muhasebesi tutuluyor, şahane. Memet Fuat’ın okul yılları, üniversite yılları, Nâzım’la geçen zamanları, askerlik dönemi derken kişisel bir tarihin en parlak anlarına tanıklık ediyoruz. Gerçekten de ilgilisi mutlaka okumalı.

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Piraye’nin Anıları ve Nâzım Hikmet’in Mirası
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.