Şule Gürbüz’ün Kambur Kitabı Üzerine
Daha önce Şule Gürbüz’ün ”Zamanın Farkında” adlı eserini tanıtmıştım. Bu sefer, yazarın ilk kaleme aldığı ”Kambur” kitabını okuma fırsatı buldum.
Yazar Hakkında
2012 yılında Oğuz Atay Öykü Ödülü’nü ”Zamanın Farkında” adlı kitabıyla kazanan Şule Gürbüz, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi ve İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun olmuştur. Ayrıca, Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almış ve mekanik saat ustalığı yapmaktadır. Şu anda Milli Saraylar Müdürlüğü’nde görev yapmaktadır.
Hayat Felsefesi
Bir röportajında hayat felsefesini, “Okumak, anlamak ve farkına varmak bana yetiyordu” sözleriyle ifade etmiştir. Şule Gürbüz’e göre saat tamirciliği, bir sanat olmaktan çok, egonuzu bir kenara bırakmayı gerektiren ve mistik bir derinliği olan bir meslektir. Sabırlı değilseniz, saatlerce mekanik saatlerle baş başa kalmayı göze alamıyor, yüksek düşüncelere sahip olsanız bile sadece bir saatçi olarak görülmeye tahammül edemiyorsanız, bu mesleği icra edemezsiniz; eğer yaparsanız bile mutluluğu bulamazsınız.
(Bu bilgi, Beşir Ayvazoğlu’nun Zaman Gazetesi’ndeki köşe yazısından alıntıdır.)
Kambur Üzerine Düşüncelerim
Kambur, bence yazarın ilk kitabı kadar etkileyici değil; ancak ilginç bir okuma deneyimi sunuyor. Bu eseri mutlaka okunmalı. İletişim Yayınları tarafından basılan bu eser, toplamda 92 sayfa uzunluğundadır.
Şule Gürbüz’ün yazdığı eserleri okumak oldukça keyif verici. Benim için yazacaklarını merak ettiğim ve belli bir çizginin üstünde olan yazarlardan biri. Ayrıca, yazarın son kitabı “Coşkuyla Ölmek” de okumak istediğim eserler arasında. Keyifli okumalar dilerim!
Kitaptan Alıntılar:
- “Bu yeryüzü panayırında hiçbir şey yapmadan durmak; sizleri seyretmek uğruna, sürekli para ve değerli şeylerimi veriyorum. Panayırın ötesi uçurumlarla dolu- birkaç kez kenarına gittim; ama gördüm ki o da eğlencenin bir parçasıymış. Kayıtsızlığımın bir nedeni de, yaşamda kendimi perdede seyrediyor gibi hissetmem.” (s.22)
- “Sanki oldum olası bir büyük odayı arşınlıyor; ara sıra elimi muma uzatıp yakıyor, ve haykırışımı hep sonraya saklıyorum. ‘Dur!’ denilen yeri de, yaşamak üzere erteleye erteleye tüketiyorum. Beklerken beklemediğimi düşünüp kahkahalar atıyor; bu arada elimi duvarlara, cama, burnuma, kalemlere… sürüyorum. Kapının çalındığını duyar gibi oluyor; ne açıyor ne de kapıyorum.” (s.85)