“Seksenler” ve “Karanlığın Günü”: 80’lere Dair İki Farklı Bakış Açısı
Ekranlarda “Seksenler” adında bir dizi var. Bu dizinin son derece popüler olduğunu biliyorum ve Türkiye’ye yaptığım son ziyarette birkaç bölümünü – bazen bölük pörçük olsa da – izleme fırsatım oldu. Detaylara çok fazla girmeden, dizinin Türkiye’deki darbe sonrası dönemi, darbenin ideolojik etkileriyle hayatı ve insanları nasıl şekillendirdiğini anlatma iddiasında olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu iddianın ne kadar veya hangi yönde gerçekleştirildiği, benim için büyük bir soru işareti! Kanımca “Seksenler”, 80’leri anlatmaktan ziyade giderek apolitikleştirilen 80’ler insanını yüceltme, darbe ideolojisini yeniden üretme telaşında. Benim için “Seksenler”in kıssadan hissesi bu.
“Karanlığın Günü” ile ilgili bir şeyler yazmaya “Seksenler” ile başlamak… Ne ilgisi var? Aralarındaki tek bağ, ikisinin de gözlerini 80’li yıllara dikmiş olması. Tabii ki Leylâ Erbil, TRT’nin “Seksenler”inin aksine, “Karanlığın Günü” diye sesleniyor; o gerçekten de karanlık bir döneme odaklanıyor.
O günleri birebir yaşamasam da, gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum. Apolitizmin kutsandığı, sivil toplum örgütlerinin etkisiz hale getirildiği, sendikaların birer birer kapatıldığı, korkunun toplumda hüküm sürdüğü, sobaların odun kömür yerine kitapları küle çevirdiği yıllar. Toplumsal amneziye giden yolların özenle döşendiği, ideallerin işe yaramazlığının sürekli pompalandığı ve bunun sonucunda törpülendiği yıllar… Ah’lar ve vah’larla anılan yıllar… Anımsamanın ilk hecesi ah, ikincisi vah! Oysa Leylâ Erbil anımsamıyor. Anımsamak için unutmak gerekir, diyor. O hiç unutmuyor sanki; tüm duyarlılığıyla ah’lara ve vah’lara savrulmadan ya da onları kafasından tüm gücüyle sürüp ‘Hah!’
“Karanlığın Günü”nün yazar-anlatıcısı Neslihan (ya da Nesli). Romanın büyük bir bölümünde, Nesli’nin de dahil olduğu arkadaş toplantıları ve annesinin bakımevine kapatılmış, hafızasını her geçen gün yitiren annesine yaptığı ziyaretler anlatılıyor. Nesli’nin arkadaş çevresinde öyle ilginç karakterler var ki… Örneğin, Tourette sendromu diye bilinen bir hastalıktan muzdarip ünlü yazar Asiye, ağzına gelen her baklayı düşünmeden, istemsiz bir biçimde çıkarıyor. Yoksullara yardım ederken, ağzından bir anda küfürler ve aşağılamalar dökülüyor. Sanki, tüm toplumun ruhuna sinmiş ikiyüzlülüğü, Asiye ile açığa çıkarıyor Leylâ Erbil. Ve Nesli’nin annesine, belleğini hızla kaybeden kadına yaptığı her ziyaret, onu toplumla özdeşleştiriyor; darbenin belki de en büyük tahribatı olan toplumsal bellek kaybı, satırlardan göz kırpıyor. Anne, devletin bakımevinde kötü muamele görüyor; temizlenmiyor, yemek verilmiyor. Zamanla kötü muameleye maruz kalarak, belleğiyle birlikte umutlarını ve ideallerini de yitiriyor koca bir toplum.
Kapanışı yapmadan önce, Leylâ Erbil’in kullandığı dilden, dilin onun maharetli ellerinde nasıl ustalıkla bir araca dönüştüğünden kısaca bahsetmek gerek. ‘Virgüllü soru işareti’, ‘virgüllü ünlem’ler, üç nokta yetmiyormuş gibi karşıma sürekli çıkan ‘üç virgül’ler, ‘üç virgüllü ünlem’ler ve türevleri… Hepsi, sanki Asuman Kafaoğlu-Büke’nin kitapla ilgili yazısında zihin açıcı bir şekilde değindiği gibi, Erbil’in duyguları anlatmakla yetinmeyip, göstermesini sağlıyor. Hele annenin anlatıldığı bölümlerde, satırların giderek küçülmesi ve sağa yaslanması, annenin bellek yitimini ve fiziksel tükenişini iyice vurguluyor. Sadece dilsel bir haz için yapılmış oynamalar değil, Erbil’in yaptıkları özetle, ‘mesele’sini daha özgün bir biçimde anlatmak, okura da hissettirmek için kullandığı bir yöntem.
Diziden yola çıkarak “Karanlığın Günü”nü anlatmayı denemek ne kadar doğru oldu bilmiyorum ama, 80’leri ve yarattığı büyük boşluğu, sebep olduğu yıkımı daha iyi anlayabilmek için yönünüz ne TRT’nin “Seksenler”i ne de 12 Eylül davası gibi gösterilere olmalı. Leylâ Erbil gibi edebiyatımızın yüz akı bir yazarın duyarlılığıyla, hem de 1983’te kaleme alınıp, 1985 yılında ilk baskısını yapmış bir roman olan “Karanlığın Günü”, sizi koca toplumun yaşadığı travmayla buluşturmaya gönüllü.
Not: 3. paragraftaki italikler, şu sıralar okuduğum ve bitirince hakkında nasıl yazacağımı şimdiden kara kara düşündüğüm Birgül Oğuz’un öykü kitabı “Hah”tan alınmadır.
İş Bankası Kültür Yayınları, 2011
Leylâ Erbil (1931 – 2013)