Ayrıntı Yayınlarının indirimli yayınlarından, son aldığım kitaplardan biriydi. Bu roman, okuma serüvenimde özel bir yer edindi.
Roman Gray’in Ödüllü Romanı: Bay Blanc
Kitabın arka kapağındaki tanıtım metni oldukça dikkatimi çekmişti. Daha önce okumadığım İsviçreli yazar Roman Gray’in ilk romanı. Kendisi 1978 doğumlu olup, eserleriyle dikkat çekmiş. 2008 Studer/Ganz Ödülü, 2009 Mara_Cassens Ödülü ve 2010’da genç yazarlara verilen Bremer Edebiyat Ödülü gibi pek çok ödüle sahip.

İsviçre vatandaşlığının prestijini hep duyarız; pasaportları neredeyse kimlik kartı gibi, dünyanın her yerinde kabul görüyor. Roman Gray, bu romanda, İsviçreli Bay Blanc’ı tanıtıyor. Bay Blanc, düzenli, sakin ve steril bir yaşam sürmekte olan bir karakter. Orta yaşlardan yaşlılık dönemine kadar olan süreçte, annesi ve hayatındaki iki önemli kadın; eşi Vreni ile üniversite yıllarındaki sevgilisi Heike ile olan ilişkilerini derinlemesine inceliyor.
Bu ödüllü romanı, ben büyük bir keyifle okudum. Okumanızı kesinlikle öneririm.
Keyifli okumalar!
Kitaptan Alıntılar:
Birisi ona tatile çıkmasını önerse veya bir psikolog mutlaka bunu tavsiye etse bile, bunun ne anlamı vardı ki? Annesi hayatını kaybetmişti ve hiçbir şey onu geri getiremezdi. Üstelik hayatı boyunca sadece bir kez İsviçre’den ayrılmıştı; Cambridge’de geçirdiği dönem ise pek bir iz bırakmamıştı. Onlarca yılı İsviçre’de geçirdikten sonra, yurtdışına çıkma isteği de azalmış, annesi öldüğü için bunu yapacak gücü kendinde bulamaz olmuştu. (s.38)
Titremeye karşı koymakta zorlanıyordu. Kendini yere bıraktı, dizlerinin üzerine çöktü ve çiçek saksısını mezarın üzerine yerleştirdi. Yüzüğü eline alıp konuşmaya başladı; Heike’nin onu duyabileceğinden emindi, bir yerlerde onu duyuyor olmalıydı. Heike’yi net bir biçimde hatırlamak, Bay Blanc için yalnız hissetmemek demekti. Anıları güçlüydü ve ona bir tür güç veriyordu. (s.130)
İşte o anda Bay Blanc, geçmişi özlemeye başladı. Hatta eğri büğrü kaldırımları ve köpek pisliklerini bile özlemle anıyordu. Polonya’nın kaldırımlarını, İsviçre’nin temiz, güvenli kaldırımlarına tercih edebilirdi. İsviçre’deki kaldırımlar dar ve temizdi, insanlar yalnız yürüyordu; karşıdan gelenler ise adeta birer ceset gibi hissediliyordu. (s.138)