Murat Yalçın’ın Yeni Eserine Dair
Murat Yalçın, Pera Mera adlı eserinden yedi yıl sonra, yirmi bir öyküden oluşan kapsamlı bir kitap yayımladı. Bu yeni kitabı, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurarak okuyucusuna sunuyor. Kapakta, seramik-resim sanatçısı Tufan Baltalar’a ait İsimsiz adlı eser kullanılmış. Yeşil yapraklar arasında bir figür görüyoruz; kitabı okudukça bu görsel, belleğimizde daha da derinleşiyor. Rüya, ev, ölüm, zaman ve doğa gibi temalar öne çıkıyor. “Maddenin dalga ya da parçacık doğasıyla radyasyon arasındaki ayrım çizgisi “Şimdi” anıdır. Bu an, zaman içinde istikrarlı bir şekilde ilerledikçe dalgalı bir geleceği parçacıklı bir geçmişe dönüştürür.”
Dalgalı bir gelecek ve parçacıklı bir geçmiş, şimdi ve an… Akıp giden günlerin, geleceğin ve hafızanın izlerini anımsatan bir epigrafla öykülere dair ilk düşüncelerimiz şekilleniyor. Murat Yalçın, bu karmaşık cümleyle, yarattığı dünyaya dikkatli adım atmamız gerektiğini vurguluyor.

Kitap, Nare öyküsüyle başlıyor. Nare, yıkılmış bir apartman; hurdacıların ve hırsızların akın ettiği, talan edilen, moloza dönüşmüş bir yapı. Değişen kentin, mekânın yok oluşunu, geçmiş günleri ve sokaktaki yaşamları ele alıyor. İlk sakinlerinden biri olan Doktor Mösyö Jac, müzayede ile satışa çıkarılan müzeyyen ve nadide eşyaları ile kurguya zarafet katıyor. Nare, usul usul zamanın tozuna karışıyor. “Şimdi tüm güzel duygularımın üstüne kara kışların karı yağıyor.”
Estetiğin yitirilişini anlatan Nare, iyi düşünülmüş bir cümle ile son buluyor. Murat Yalçın, Cümle Olayı öyküsünde, “Yazanlar bilir, her kitap bir cümleye bakar.” der. “Yıkılmasa saçma sapan varlıklar olurdu ayakta kalanlar, ağlama. Körler arasında sen de gözünü yum.”
Dalga Boyu’nda, İstanbul’u, objeleri ve anları zengin bir kelime dağarcığıyla anlatan yazar, geçmişle geleceğin arasında duruyor. Anıya ve günceye dönüşmeden, entelektüel birikimini ustaca örüyor öykülerine. Şairler, yazarlar, alıntılar ve müziklerle zenginleştiriyor metinlerini. Natalya adlı öyküde, Kafkas şarkısı Elbruz’u görüyoruz. “Gün gelir hesap sorar Sitare’yle Natalya.”
Sütun-sütre, heder-keder, salak-sepet, ferah-fahur, dalgın-algın… Sesler, çağrışımlar ve tekrarlarla dolu. Kullanılmayan veya az kullanılan kelimeler: tennure, leçek, elgin, kaşkaval, supla, piyata, torso, işret, marsık, gencelmek, kaleydeskop… Yazar, çiçek dürbününden bakmayı seviyor ve okuyucuyu bu renkli dünyaya davet ediyor. İroni, hiciv ve kara mizah öykülere sinmiş durumda. “Odun kokusu süt kokusuna, süt kokusu gül kokusuna, gül kokusu az önce çoban ıslıklarıyla geçen davar sürüsünün bıraktığı dışkı kokularına karışır; hepsi birden komşu taş duvarların yüzünde, sundurmalı çatının altında, oradan oraya uçuşan serçelerin cıvıltısıyla yeni çizilmiş sabah olurdu.” Beyaz Bir Yazdı öyküsünde, birden karşınıza Rakım Çalapala çıkıyor. Ders kitabı açılıyor, silgiler kokuyor, sobalı, kaloriferli sınıflarda kara tahtalar parlıyor; kokular, askılıklar, rengârenk gocuklar… “Ne sevimli bir annesin sen,/ Ne tatlıdır senin sesin./ Canım mısın, bilmem nesin?/ Benim güzel anneciğim.”
Bir Güz İkindisi İETT Otobüsünde Bir Yolcu adlı öyküsünde anlatım tarzı, daha az tercih ettiği sen diliyle karşımıza çıkıyor. Zira öykülerin çoğu ben diliyle yazılmış. Çantasında Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitabı olan üniversite öğrencisi kuyrukta bekliyor. Görevliler sürekli sinirli. Otobüs geliyor, biniyor; hiç bitmeyecek kitabını okumaya başlıyor, geride kalanları unutmuş durumda. Arkasını dönüp bakıyor, zor metni anlamaya çalışıyor.
Yazar, öyküyü, yazıyı, biçimi, yapıyı, doğru kurguyu, dili, üslubu ve öykünün ruhuna uygun atmosferi arıyor; yalın finaller düşlüyor. Daha iyisi olur mu? Mükemmel bir biçim var mı? Zamanın akışına alışmak mümkün mü? Cümle Olayında dediği gibi, “Ne gelir elden cümle kurmaktan başka.” O güzel günler bitti şüphesiz. O iyi insanlar, o güzel atlara, halılara binip gitti; şehirler değişti, değişiyor; sokaklar, yollar… Eski plajlar, parklar, okullar otopark oldu.
Dalga Boyu, zamanla oynayarak bilinçaltını öyküye dönüştürüyor. İzlerle, sinyallerle başka bir âlemde buluyorsunuz kendinizi. “Lise ikide okurken eylüldeki bütünleme sınavlarını geçemeyip beklemeye kaldın ya, kardan adamın göğsünde açılmış kurşun deliğinden akan kan hiç durmadı o kış.”
Ritmik bir dili var Dalga Boyu’nun; yükselen ve alçalan frekanslarla şiirsel bir yapı oluşturuyor. Murat Yalçın, bir söyleşide Sait Faik’in yeni basımlarını hazırladığını ifade etmişti. Ustasının hayatına, çizdiği rotaya, derin dehlizlere dalıyor. Enginarcı öyküsü şöyle başlıyor: Öyle Bir Hikâye’deki Hidayet, özbeöz amcam olur. Hani, yağmurlu bir gece, Atikali’nin bekçi düdükleriyle inleyen ıssız sokağında bir evden deli gibi fırlayıp dostumu öldürdüm abi, sakla beni diyen pire Hidayet…
Ölüm teması bu eserde güçlü bir şekilde işleniyor. Kara İplerde, Herr Mestan (Hidro) ile Taşlıcalı’nın dünyasında bu âlemi görmek mümkün. Çeşmeleri kör eden, eşmelere zehir atan azgınlarla savaştım. Örselendim sularda, iyileştim sularda. Gecelerin ıslak kömür karası damlaya damlaya denizlerimi kararttı da oluruna bırakmadım. Nazım, niyazım, kurbanım hep sulara, ulu katlarına. Her suyun türlü huyu vardır; kimi ateş gördü mü köpürüp cazırdayarak taşar, kimi kaynar kaynar fokurdamaz, buhar buhar azalır.
Yazar, ölüme alışmayı ve gözünü yummadan yaşamayı dert edinmiş; belki de sanatla ilgilenen herkesin önceliği bu olmalı. Yazmak, yaşamak ve zaman arasında nasıl bir bağ kuruyoruz?
Edip Cansever- Tragedyalar
Lawrence Bagg
İtalo Calvino