Genellikle okuduğum kitapları hemen paylaşmayı tercih ediyorum, ancak bu ay biraz tembellik yaptım. İki hafta kadar önce bitirdiğim bir kitaptan bahsedeceğim. Okumam gerekenleri araştırırken, 1928 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan bu romanın tanıtımında kullanılan iddialı cümleler dikkatimi çekti. Her dile çevrilen ve yirminci yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından biri olarak nitelendirilen bu eser, yazarın adını daha önce duymamış olmanın tuhaf etkisiyle ilgimi çekti ve “Her Kadın Gibi” adlı romanı edinip okumaya karar verdim.
Beklentimi yükselten bu tanıtımdan sonra, sizlere söyleyebileceğim tek şey, kitabın akıcı bir dille yazılmış olduğudur! Roman, zengin bir kadının bir derebeyi ile evlenmesi, üst üste çocuk doğurması ve günlük yaşantısının sıradanlıkları etrafında şekilleniyor. Kitabı sıkılmadan okuyabilirsiniz, ancak beklediğim derin kurguyu ve altını çizip not edebileceğim çarpıcı cümleleri bulamadığımı da belirtmeliyim.
Kısacası, mutlaka okuyun diyemeyeceğim bir roman. Kitap, Elips Kitap tarafından yayımlanmış ve toplamda 384 sayfa uzunluğunda.
Kitaptan Alıntılar:
-
Her lohusalığından sonra yine de güzel, daha sakinleşmiş olarak kalkmıştı. Genç omuzlarına yüklenen sorumluluklar her gün biraz daha artıyordu. Yanakları biraz zayıflamış, beyaz, geniş alnının altındaki gözleri daha ciddileşmiş, ağzı ise kırmızılığından kayıp biraz daha zayıflamıştı. Bu gidişle vaktinden önce ihtiyarlayıp çökecekti… (s. 137)
-
Skog’da şöyle bir adet vardı: Kiliseden döndüğümüzde avluda atlarımızdan indiğimiz zaman, kaynatam Herr Björgulf, oğullarıyla birlikte beni yanaklarımdan öperdi. Biz de onun elini öperdik. Ardından evli olanlar öpüşür, bizimle birlikte kiliseye gitmiş olan uşakların ve hizmetçilerin ellerini sıkardık. Babanla Aasmund Amcan, babalarından bir hediye aldıkları zaman onun elini öperlerdi. Herr Björgulf’la karısı odaya geldiklerinde oğulları ayağa kalkarlar, kendilerine oturun deninceye kadar oturmazlardı. Önceleri bu haller bana tuhaf ve acayip gelmişti. (s. 243)