Gorki ve Eserleri
Gorki, ”Çocukluğum”, ”Ekmeğimi Kazanırken” ve ”Benim Üniversitelerim” adlı romanlarından oluşan bir seride kendi yaşamını samimi bir dille anlatmaktadır. Bu eserler, onun kişisel deneyimlerini ve çalkantılı yaşamını okuyuculara aktarırken, aynı zamanda dönemin sosyal ve politik atmosferini de yansıtır.
Serinin son kitabı olan ”Benim Üniversitelerim”, yazarın sanıldığının aksine geleneksel bir üniversite yaşamını değil, bir arkadaşının önerisiyle gittiği Kazan’da kaldığı öğrenci evindeki ve çalıştığı fırındaki yaşamını, hayatın dersleriyle dolu bir üniversite olarak değerlendirerek kaleme almıştır. Onca yokluğa ve zorluğa rağmen Gorki’nin okuma ve öğrenme tutkusu, onu üniversite öğrencilerinin gizli toplantılarına katılmaya ve tartışmalarda siyaseti, hayatı sorgulamaya yöneltmiştir.
Küçük yaşta öksüz kalan Gorki, hayatta kalmak için çalışmak zorunda kalmıştır. Ancak bu zor koşullar, onun okuma tutkusunu asla söndürememiştir. Sonuç olarak, ”Çelkaş” adlı öyküsü ile edebiyat dünyasında tanınmaya başlamıştır. Bu eser, onun kaleminin gücünü ve toplumsal adaletsizliklere karşı duyduğu duyarlılığı gözler önüne sermektedir.
Gorki kelimesi, Rusça’da ”acı” anlamına gelmektedir ve yazar, bu takma adı acılarla dolu yaşamını ifade etmek için kullanmıştır. Gerçekçilik akımının etkisiyle yazdığı ve Çarlık karşıtı düşüncelerini yansıtan meşhur eseri ”Ana”, Rus Devrimi’ne adanmıştır. Gorki’nin eserleri, sadece edebi bir kimlik kazanmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal değişim ve devrim arayışlarının da bir yansıması olmuştur.
Kendi ortaokul ve lise yıllarımı hatırlıyorum; Gorki’nin ”Ana”sını okumayan öğrenci neredeyse yoktu. Fırsat bulup bu eseri tekrar okumayı gerçekten isterim! Klasikleri okumayı her zaman sevmişimdir. Günümüz Türk ve Dünya Edebiyatı eserlerini okurken, arada okuduğum dünya klasikleri beni derinden mutlu ediyor. Edebi açıdan ne kadar doyurucu oldukları ise tartışmasız bir gerçektir.
Keyifli okumalar dilerim!
Kitaptan Alıntılar:
- Öfkeyle uluyan rüzgarın küçücük parçalara böldüğü gri göğün yeryüzünü buzdan toz yığınlarının içine gömmek için alçalır gibi göründüğü fırtınalı bir geceydi. Yeryüzünde hiç bir canlı kalmamış, güneş bir daha doğmamak üzere batmış gibiydi sanki. (s. 45-46)
- Bütün bu dönem boyunca ”akıllıca ve sonsuz doğru” olarak kabul ettiğim şeylerin tohumlarını ekmek için vazgeçilmez bir arzuyla doluydum. İnsanlarla kolayca anlaşan biri, canlı bir konuşmacıydım; imgelemim, kişisel deneylerim, gerekse okuduğum kitaplarla uyarılmıştı. En önemsiz, en doğal olaydan ”görünmez ipliğin” halkaları ve düğümleri çevresinde kurulmuş ilginç bir öykü yaratabilirdim. (s. 79)
- Bu insanlar arasında çok mutluydum ve akşam sohbetlerinde çok şey öğrenmiştim. Romas’ ın getirdiği her sorun, güçlü bir ağaç gibi köklerini yaşama özüne salıyor ve orada onun kadar güçlü başka bir ağacın kökleriyle karışıyor gibi geliyordu bana. Kitapların insanı canlandıran, ölümsüzleştiren suyunu içerek belirli bir ilerleme gösterdiğimi anlamaya başlamıştım. (s. 144)