Dört Ayaklı Minare’nin Çan Sesleri
Uso’nun bitip tükenmek bilmeyen çan seslerine, yakındaki Şeyh Matar Camii’nin müezzini de “ya sabır, ya sabır” diyerek katlanıyor, sonunda o da görevini hatırlayıp, tarihi Dört Ayaklı Minare’den sesleniyordu:
“Allahu ekber, Allahu ekber!..”
“Ding-dong, ding-dong!..”
“Allahu!..”
“Ding!..”
“Ekber!..”
“Dong!..”
Aras Yayıncılığın açtığı büyük pencereden içeri Zaven Biberyan ile girmiştim. Onun “Yalnızlar” adlı eseri ile adım atmıştım, kadim bir halkın edebiyatına. Şimdi Mıgırdiç Margosyan ile devam ediyorum. Elimden tutup çocukluğunun Diyarbakır’ına, Hançapek’e yani “Gâvur Mahallesi”ne götürüyor beni Margosyan. Diyarbakır Ermeni cemaatinin son göç dalgasıyla sessiz bıraktığı Surp Grigos Kilisesi’ne, dört dilin (Ermenice, Kürtçe, Zazaca ve Türkçe) birden konuşulduğu, artık yerinde belki de yeller esen bir eve ve bugün yok olmuş bir kültürel çeşitliliğin nefes alıp verebildiği zamanlara…
Ve Margosyan başlıyor anlatmaya. Hani toplanır ya tonton bir masalcı dedenin etrafına küçücük çocuklar… Dört açıp kulaklarını, dört gözle dikkat kesilirler ya… Bal damlıyordur ağzından çünkü yaşlı adamın. Margosyan da öyle betimliyor “Gâvur Mahallesi”ni; öyle anlatıyor oradaki yaşamı ve sakinlerini. Masal gibi… Kure Mama’yı, Haço’yu, Dikran’ı, Nazar’ı, Tumas’ı, dişçi Ali’yi…
- Yediklerini, içtiklerini…
- Uğraşlarını, birbirleriyle ilişkilerini…
- Mahallenin sıcaklığını…
- Ermeni, Kürt, Türk, Süryani, Keldani, Yezidi… Neşeleri ve hüzünleriyle nasıl bir arada yaşadıklarını…
- Bir dili öbürüne ekleyerek, dilleri birbirlerine karıştırarak…
Şimdi ‘gâvursuz’ bir mahalle oralar. Mıgırdiç Margosyan’ın dediği gibi: ‘Gâvuru gitti, mahallesi kaldı…’
Not: Aras Yayıncılık, bundan birkaç ay önce yeniden armağan etti biz okurlara Margosyan’ın kitabını. “Üç Dilde Gâvur Mahallesi” adıyla… Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olarak…
Aras Yayıncılık, 2012 (15. Basım)
Mıgırdiç Margosyan (1938 – )