Orhan Veli’nin Mektupları
Bloğumda daha önce de mektup türünden eserler paylaşmıştım. Bu eserler arasında en çok etkilendiğim, Kafka’nın “Baba’ya Mektuplar” adlı çalışmasıdır. Mektuplar, sevdiğimiz ve merak ettiğimiz kişileri daha yakından tanımamıza olanak tanıdığı için benim için oldukça değerli. Özellikle Orhan Veli’nin sevgilisi Nahit Hanıma yazdığı mektuplar, onun iç dünyasını anlamak adına büyük bir fırsat sundu.
Orhan Veli’nin bazı şiirlerinin ilk hallerini okuduğumda, yaşadığı dönemin İstanbul’una ve edebiyat dünyasına tanıklık etme şansım oldu. Bu mektuplar, şairin ruh halini, duygularını ve yaşam mücadelesini gözler önüne seriyor. Onun otuz altı yaşında, belediyenin kazdığı bir çukura düştükten birkaç gün sonra hayatını kaybettiğini biliyordum; ancak kışın ayağına ayakkabı, üstüne palto alamayacak kadar yoksul olduğunu öğrendiğimde içim burkuldu. Mektuplar, duygularla dolu ve son derece samimi. İstanbul’dan Ankara’ya gidememek veya sevgilisine ulaşamamak gibi durumları bugünün algısıyla anlamak oldukça zor.
Her ne kadar mektup türü okumayı sevip, mektupları yazan kişiyi daha iyi tanımanın yollarını savunsam da; Orhan Veli’nin mektuplarını okurken bir ikilem yaşadım. Muhtemelen duygu dünyasının bu kadar açıkça anlaşılmasından şairin de rahatsız olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden bu mektupların yayımlanması konusunda kararsız kaldım. Yine de YKY tarafından yayımlanan bu kitap, 165 sayfa ve mektup severler için etkileyici bir kaynak niteliğinde.
Kitaptan Alıntılar:
Hayatımızın hiç düşünmeden feda edebileceğimiz seneleri o kadar çok mu? Ömrümüzü hep böyle birbirimizden uzak mı geçireceğiz? Sen belki yine bu kadere boyun eğmenin de güzel bir şey olduğunu söyleyeceksin. Ne lüzumu var bu türlü avunmalara? Bir arada olsak daha iyi değil mi? (s. 61)
İki gündür Boğaz’da bir sonbahar havası var. Bu da hüznümü arttırıyor. Bilmediğim bir maceraya, çok büyük bir maceraya atılmak istiyorum. Aşk falan zannetme. Katiyen değil. Aşkla beraber kendimi de dünyayı da unutmak istiyorum. İstiyorum ki dünya da beni unutsun. Sefil olmak, perişan olmak, sürünmek hiçbiri bir şey değil. Ölmek de hiçbir şey değiştirmez. (s. 83)
İsterdim ki mektubunu alır almaz sana müspet bir cevap vereyim ve hemen Ankara’ya gelebileyim. Ama vaziyetimi bir düşün. İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Pabucum yok, gömleğim yok, kravatım yok, pardösüm yok. Bu kıyafetle Ankara’ya gelebilir miyim? Gerçi senin yanında olmadığım zamanlar sokağa çıkmam. Fakat hiç kimseye görünmeden Ankara’ya gelip gidebilecek miyim? (s. 90)