Victor Hugo’nun Romanı
Victor Hugo’nun yirmi altı yaşında kaleme aldığı bu roman, yazıldığı dönemde idam cezasını sorgulayan bir yapıt olarak öne çıkmaktadır. Toplumun bu derin sorgulamaya hazır olmaması nedeniyle, kitabın ilk basımında (1829) yer alan önsöz ve bir oyundan sonra romana geçiş yapılmaktadır.
Romanın bir diğer önemli yönü ise, dünyada birinci tekil kişi (ben) ile yazılan ilk roman olma özelliğine sahip olmasıdır.
Aslında eserin konusu başlığından da anlaşılabilir; ancak giyotinle idam edilecek bir mahkumun içsel duygularını okumak son derece etkileyici. Kitabın arka kapağındaki tanıtımda belirtildiği gibi bu eser, çağdaş edebiyatın ilk iç monolog örneklerinden birini sunmaktadır.
Okuduğum kitap, Can Yayınları tarafından yayımlanan dördüncü ve eski bir basımdır; toplamda 128 sayfa içermektedir.
Bir idam mahkumunun iç sesini anlamak isteyenler için bu eser, güzel bir roman ve değerli bir klasik niteliği taşımaktadır. Kesinlikle okunmaya değer bir yapıt…
Kitaptan Alıntılar:
“Gün ışığı hücreme girmediğine göre, geceleyin ne yapılabilir?” Aklıma bir düşünce geldi. Ayağa kalktım ve lambamı hücrenin dört duvarında gezdirdim. Bu duvarlar, yazılar, resimler ve garip biçimlerle doluydu; birbirine karışan, yarı silik, yarı okunaklı adlar… En azından her mahkum burada bir iz bırakmak istemiş olmalıydı. Kurşunkalem, tebeşir ve kömürle yazılmış siyah, beyaz, gri harfler; taşlara kazınmış derin kertikler; oraya buraya saçılmış, insan kanıyla yazıldığı sanılacak paslı işaretler, simgeler… (s.51)
“Ah! Kaçabilseydim, kırlarda nasıl da koşardım!” Hayır, koşmamam gerekir. Dikkat çeker, insanları kuşkulandırabilir. Tam tersine, yavaş yavaş yürümek gerek; başınız dimdik olmalı ve şarkı mırıldanmalısınız. Kırmızı desenli, mavi renkli, eski gömlekler giymek gerekir. Bunlar insanı iyi gizler. (s.72)
“Yardımcılar, beni koltuk altlarımdan tutarak kaldırdılar. Kalktım, yürüdüm. Adımlarım cansızdı; sanki her bacağımda iki diz varmış gibi bükülüyorlardı.” (s.122)