featured
  1. Yazılar
  2. Kitap İnceleme
  3. Bowles’un ‘Esirgeyen Gökyüzü’ ve Yeni Romanı: Karmaşık İlişkiler ve Psikolojik Derinlik

Bowles’un ‘Esirgeyen Gökyüzü’ ve Yeni Romanı: Karmaşık İlişkiler ve Psikolojik Derinlik

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bowles’un “Esirgeyen Gökyüzü” ve Yeni Romanı

Bowles'un

Bowles, yine bir güzellikle okuyucuyu geriyor. Esirgeyen Gökyüzü ile bu yeni metni arasında neredeyse yirmi yıl var; ancak anlatım tekniği açısından pek bir değişiklik yok. Anlatımda, uyumsuz gibi görünen bir çift, geride bırakılması gereken ama bir türlü uzaklaşılamayan bir mekân, aniden ortaya çıkan ve ne olduğu belirsiz, okura anlatının yönü hakkında pek bir şey sezdirmeyen, ancak son bölüme kadar anlaşılamayan bir amaç doğrultusunda hareket eden karakterler mevcut. Anlatı, esas karakterleri merkezine alarak, onların çarpıtılmış bakış açıları üzerinden şekilleniyor. Bu unsurlar, yine karşımıza çıkıyor. Hikâyeyi çoğunlukla Sladeler üzerinden takip edeceğiz, arada odak değişecek ve çiftin hayatına dâhil olan diğer insanların bakış açıları da dahil edilecek. Sonuç olarak, ortaya karmaşık bir durum çıkacak.

Esirgeyen Gökyüzü‘nden sonra Bowles okurken en ufak ayrıntılara bile dikkat etmek gerektiğini düşünmüştüm. Bu düşünceyi ilginç bir şekilde hatırlayıp -genelde unuturum- oraya buraya notlar aldım. Benzer bir okuma biçimini tavsiye ederim; böylece anlatının başındaki bir ayrıntının, finalde çok önemli bir olayın sebebi olduğunu hatırlamak mümkün. Ya da bir adet Yeşim’iniz olacak, kitabı önceden okuduğu için, “Burada ne oldu şimdi ya?” diye sorduğunuzda mevzuyu anlatacak. Ben Yeşim’e sordum bazı yerleri, anlattı. Harika bir olay!

Romana dönecek olursak, yukarıda bahsedilen izlekler üzerinden ilerleyeceğim. Sladeler, kahvaltıya oturduklarında uykulular; binecekleri gemi limana girmiş, biraz beklemeleri gerekiyor. “Bizi hayatta olduğumuza inandıracak olan kahveyi yapan biri var herhalde diye düşündüler.” (s. 11) Masanın üzerinde bir gece öncesinin yemek artıkları duruyor. Kadın, gemiyi kaçırırlarsa kendini öldüreceğini söylüyor ve anlatı başlar başlamaz huzursuzluğa boğuluyor. Bazen birbirlerinin sorularına cevap vermiyorlar ve bıkkın bir tavır sergiliyorlar. Mrs. Slade, belgelerini unutan bir kadına on dolar verdiğini söylüyor. Dr. Slade, çok yakın olan iki insanın yeri gelince tamamen kopabileceklerini düşünüyor. Slade Yıldönümü Seferi’nin yıpranan evliliği iyileştirmesi gerekiyor, fakat böyle bir şey pek mümkün gözükmüyor. Aralarındaki yaş farkının bununla bir ilgisi olmadığını söyleyebiliriz; yine de aralarındaki mesafeyi göz önünde bulundurmamızı sağlıyor bu durum.

Mrs. Slade’in on dolar borç verdiği kadının -Mrs. Rainmantle- ortaya çıkmasıyla birlikte Dr. Slade’in sıkıntısı artıyor, kendisini yapayalnız hissediyor. Eşinin kadınla ilgilendiğini görünce aralarında kısa bir tartışma yaşanıyor. Birbirlerinin arkadaşlarına ne ölçüde katlandıklarına dair kısa bir münakaşa yaşanıyor. Ardından, Dr. Slade’in suda köpekbalığı olup olmadığını soran küçük bir kıza düşüp kendisinin görmesini söylemesi gibi olaylar yaşanıyor. Üstelik, kadın İngiliz başkonsolosuyla da görüşemiyor bir türlü; üçü birlikte takılmak zorunda kalıyorlar. Dr. Slade, surat asmamaya çalışıyor, ama keyfi yine de kaçıyor.

Bu noktada kilit bir şey söylüyor Mrs. Rainmantle; Grover’ı görmeye geldiği zaman görmeye değer bir şeyler bulmaya çalıştığını belirtiyor. Grover’ı şimdilik bir kenara bırakalım, Taylor ve Day ile devam edelim. İsimleri yavaş yavaş öğreniyoruz; bundan böyle Dr. Slade’e Taylor, Mrs. Slade’e ise Day diyeceğim. İsimlerinin söylenmesi, karakterlere derinlik kazandırıyor ve bu, sadece bunaltılarıyla var olmaktan çıkıp mekânın darlığını, tanıklıkların gerçeğin sadece bir yüzü olduğunu imliyor.

Tatilin ikinci ayağını Puerto Farol’da geçirirken Taylor düşünüyor; insanların orada yapacakları hiçbir şey yok. Bekâr bir erkeğe birkaç hastalıklı orospu düşüyor, kimse kitap okumuyor, kimse hiçbir şey yapmıyor; çorak bir yaşam sürüyorlar. İyice kuşatıldık böylece, sıkıntı çemberi tamamlandı.

Otel odası durumu, kırılma noktasını oluşturuyor. Mrs. Rainmantle’ın kalacağı oda oldukça küçük, bavullarla birlikte daha da küçülüyor ve kadın için rahatsız edici bir ortam haline geliyor. Day, kadının Taylor’la yer değiştirebileceğini öneriyor; Taylor, küçük odaya geçiyor ve öfkesini belli etmeden rahatsız bir uykuya dalıyor. Day ve Mrs. Rainmantle bir müddet sohbet ediyorlar; Mrs. Rainmantle, çok büyük bir ev istediğini ve bunun için Hawaii’den arsa aldığını söylüyor. Yani zengin biri. Bu da cebe.

Balkonlarının önünden birilerinin konuşma sesleri geliyor; cebe. Gecenin ilerleyen saatlerinde Day uyanıyor, odada üçüncü bir kişinin varlığını hissettiği bir an oluyor; cebe. Sabah erkenden yola çıkacaklar, Day ve Taylor uyanıyor, ortalık hâlâ karanlık. El fenerini alıyor Day, eşinin kapıyı tıklatmasından sonra kalkıp hazırlanıyor; fenerin ışığını odanın içinde şöyle bir gezdiriyor, elbise askılıklarına tutuyor ve odadan çıkıyor. Ardından, Mrs. Rainmantle’ın gözlerinin açık olup olmadığından emin olamıyor; sanki açık gibiydi ama kapalı da olabilir. En sonunda gözler ansızın açılıyor ve karşıya dikiliyor; cebe.

Birkaç dakikalık süreçte garip olaylarla karşılaşıyoruz ve yeni bölüm hemen başlıyor; gariplik sürüyor. Day’in içinde bir sıkıntı var; eşine Mrs. Rainmantle’ın bedenine ters bir açıda duran başını, boynunun çevresine sıkıştırdığı çarşafı ve boş boş bakan gözlerini anlatmıyor. Kadınla bir daha karşılaşmayacaklarını düşünerek yolculuklarına devam ediyorlar. Ertesi gün gazetede bir haber: Gran Hotel de la Independencia’da çıkan ve otelin bir bölümünü yok eden bir yangın. Agnes Rainmantle için üzüntülerin dile getirildiği gazeteyi eşinden saklıyor Taylor; kadının üzülmesini istemiyor. O sırada Day, genç bir adamla tanışıyor; kötü biri olduğunu düşündürecek kadar yakışıklı ve alımlı biri. Gazete bayiinde aradığı dergiyi bulamayan Day’i başka bir bayiye götürmeyi teklif ediyor. Birlikte arabaya biner binmez Day’in adamın çekimine kapılacağına dair öngörüler oluşmaya başlıyor ama adamın Day’i etkileme niyetiyle hareket ettiğine dair bir emare yok. Day’i, kendi yaşadığı eve götürmek için biraz da zorla ikna ettiğinde dahi. Eve gidiyorlar, Day, genç bir erkeğin aşırı lüks bir evde oturmasını mantıksız ve tuhaf buluyor. Bir iki şey içiyorlar ve kısa süre sonra adam, Day’i geri götürüyor; Taylor’la birlikte yemeğe davet ediyor bir de. Otel çalışanlarından biriyle konuşan Day, gencin zengin bir aileden, Sotolar’dan olduğunu öğreniyor. İlk bölüm burada sona eriyor.

İkinci bölümde Vero, Luchita ve Pepito ile karşılaşıyoruz. Vero, on yedi yaşındaki Luchita’yı haftalık elli dolara yanında tutuyor; haftada üç kez sevişmenin ve arkadaşlığın bedeli de bu. Gündelik yaşamlarına tanıklık ediyoruz, zenginliklerle dolu bir evde eğlenceli yaşamlar sürüyorlar. Luchita, Paris’teki ailesinin yanına dönmek istese de beş parasız olduğu için Vero’nun eline bakıyor; Pepito da öyle. Thorny ve Paloma da yarı arkadaş, yarı çalışan olarak ara sıra görünüyorlar. Vero bir ara ortalıktan kayboluyor, eve telefon edip Luchita’yla konuşuyor ve nerede olduğuna dair yalan söylüyor. Arkadan gelen çan sesinden anlıyor Luchita, Vero’nun gittiğini söylediği yerde kilise yok çünkü; cebe.

Vero geri dönüyor, morali bozuk. Annesinin Puerto Farol’da öldüğünü, aslında onunla buluşmaya gittiğini söylüyor. Şimdi ceptekilerden ikisini çıkaralım; cebe ilk attığımız şey Mrs. Rainmantle’ın Grover’dan bahsettiği tek cümle. Diğerini demin attık, Vero’nun ölen annesiyle görüşmesi. Grover=Vero olduğuna göre, Day’la Taylor’ı da yemeğe çağırdığına göre bir işler döndüğünü anlıyoruz ama Grover’ın amacı hakkında hiçbir fikrimiz yok tabii. Aslında var, odadaki garip olaylardan ve yangından sonra kafamda birkaç ışık yanmıştı ama derinlemesine planlanmış psikolojik bir işkenceyle karşılaşmak sarsıyor açıkçası. Anlatının geri kalanında Vero’nun annesi ve babasıyla kurduğu çıkar ilişkilerini ve Sladeler’le oyuncak gibi oynadığını görüyoruz. Anneyle baba ayrılıyor, Grover babasından ve annesinden bir şeyler koparmaya çalışıyor; hatta annesinin dileğini yerine getirip üniversiteye bile kaydoluyor ama gerisini getirmiyor bir türlü. Kestirmeden gitmeye karar veriyor ama önce bizim çiftin malikâhine gelişini anlatsam daha iyi. Yemeğe oturuyorlar, sohbet ediliyor ama havada nedenini anlayamadığımız bir gerginlik mevcut. Taylor rahatsızlanıyor, yatırılıyor; Day de orada kalıyor ve uykusunda cehenneme çekildiğini görüyor. Rahatsız bir uyku, uyanıklıktan daha kötü geliyor; gerçeklik algısı yavaş yavaş bozulmaya başlıyor. Ertesi gün, kocasını görmek istediğini, doktor çağrılması gerektiğini söylüyor ama Grover kadını oyalıyor, dikkatini dağıtıyor. Kadın, pek kendinde olmadığı için bir türlü odaklanıp da istediklerini yaptıramıyor; bir nevi hapisler, ama bunun farkında değiller. Henüz.

Anlatının sonunda ceptekilerin tamamı dökülüyor. Otel odasında gerçekten biri var; Mrs. Rainmantle’ın boynunu gerçekten kırıyor ve gizleniyor, ardından oteli yakıyor bir güzel. Vero’yu korku basıyor; Day’in kendisini görüp görmediğinden emin olamıyor bir türlü. Bir plan yapıp Day’le tanışıyor; çifti evine davet ediyor ve LSD, bali, ne bulursa yemeklerine atıyor, içeceklerine koyuyor. Yavaş yavaş delirtiyor bizimkileri; üstelik Newbold virüsü diye bir virüs kaptıklarına ve bu virüsün kısa süreli hafıza kaybına sebep olduğuna inandırıyor. Böylece Day’in o evde geçirdiği zamanları tam olarak hatırlayamamasını açıklamak için bir yalan daha uydurmuş oluyor. En sonunda, Taylor’ı bir kamyona bindirip uçurumdan aşağı atıyorlar; Day de benzer bir sonla öldürülüyor. Bu, işin özeti.

Özellikle malikâne bölümü oldukça rahatsız edici. Day, karşısındaki insanların uzaylı olduğunu düşünürken bir an Taylor’ın iyi olup olmadığını merak ediyor; ama kabuslar geri dönüyor. Gündüz vakti korkunç sanrılara kapılıyor, yardım istedikçe yalnız bırakılıyor. Kendisinin de virüs kaptığı ve iyileşme sürecinde olduğu söyleniyor; böyle bir süreç, içinden çıkılamayan bir durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Üstelik, hiçbir şey bilmiyor Day; sezgilerinin yardımıyla bir başkasının varlığını hissetse de hiçbir şey görmüş değil. En azından Vero’yu ateşe atacak hiçbir şeye şahit olmadı ama Vero işi garantiye almak istediği için tayfayı toplayarak kendisini işin içinden çıkardı. Nihilist olduğu söyleniyor; bu da doğrudur herhalde. Yaşamında pek bir şeyi umursadığı söylenemez. Çıkarları için yapamayacağı bir şey yok. Geçtiğimiz yüzyılın en nihil karakterlerinden biri olduğu da söyleniyor; bu da doğrudur herhalde.

Sonuç olarak, Bowles’un en iyi romanı olmadığına dair görüş birliğine varılmış gibi duruyor; ben böyle düşünmüyorum. Hepi topu iki romanını okuduğum için bu düşüncemin de pek bir önemi yok ama en az Esirgeyen Gökyüzü kadar iyi bir roman bu. Zorlu bir okuma deneyimi sunuyor, dikkatli bir okura ihtiyaç duyuyor. Daha da nasıl iyi olsun, olmasın.

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Bowles’un ‘Esirgeyen Gökyüzü’ ve Yeni Romanı: Karmaşık İlişkiler ve Psikolojik Derinlik
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.