Yorgo Seferis ilhamını içinde doğduğu, büyüdüğü kültürel yaşamdan alır. Onun için Seferis’in eserleri duygularımızda yaban çileğinin o ekşi tadını bırakır. Hangi toprağını çileği olursa olsun, Antik Yunan’dan, Anadolu’ya izler taşır.
Ege Deniz’inin kumsalları okşayan o naif dalgaları arasında 1900’lü yılların başına yolculuk yapıyorum. Yorgo adlı küçük çocukla, gün batımının ruhuma dokunan kızıllığında tanışıyorum. Bir serçenin ürkekliğini andıran bakışlarla bakıyoruz bir birimize. Sonra uzaklara dalıp, Türkçe ve Yunanca türküler, şarkılar söylüyoruz. Bir sesle tekrar dönüyoruz dünyaya. Bu ses Yorgo’nun annesinin sesi. Adı Despo, kocasının hukukçu Stelios Seferiadis olduğunu, İzmir’e Naksos Adası’ndan geldiğini anlatıyor. İonna adında kız çocuğu ve Angelos adında bir erkek çocuğu yaklaşıyor bize. Yorgo’nun kardeşleri olduğunu öğreniyorum. Yorgo’ya, İonna’ya ve Angelos’a sarılıp öpüyorum. Güneş doğuyor ve tekrar kendi dünyama dönüyorum. Benliğimde Seferis’in Yadsıma şiiri.
"YADSIMA Bir güvercin gibi ak o gizli kıyıda susadık öğle üzeri: ama tuzluydu sular. Sarı kumların üstüne adını yazdık onun, ama bir rüzgâr esti denizden ve silindi yazılar. Nasıl bir ruh, bir yürek, nasıl bir istek ve tutkuyla yaşadık: yanılmışız! Değiştirdik öyle yaşamayı."
1900 yılında İzmir’in Urla (Scala) ilçesinde Rum bir ailenin çocuğu olarak doğan Seferis’in hayatında 1.Dünya Savaşının başlaması dönüm noktası oldu. Savaşın başlamasıyla birlikte Yunanistan’a göç eden Seferis, İzmir’in savaş sonrası yaşadığı yıkımla birlikte büyük bir çöküş yaşadı. Bu çöküş ve İzmir’e olan özlemi şiirlerini büyük ölçüde etkiledi. Doğup büyüdüğü İzmir’in yıkımını şu dizeleriyle haykırdı; “Bildiğimiz rüzgar, doğanın tanıdık üslubu ve otlardan yayılan tanıdık koku sonra yavaş yavaş derinlerden hafızana doğru çıkan tanıdık hatıralar… Ve şimdiyse sana o kadar yabancı düşer bu şehir. Tanrım buralara ne yapmaya geldim? Rast gelir de gecenin birinde seni büyüten kente yolun düşerse ve kent temelden yıkılıp yeniden kurulmuşsa tekrar orada bulunmak umuduyla başka zamanları geri getirmeye çalışırsın.”
Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde görev yaptığı zaman, doğduğu kent olan İzmir’e duyduğu özlemi, 1950 yılında İzmir’e yaptığı yolculukta anlatacaktır: “Cumartesi, 1 Temmuz 1950. Hava kararırken yaklaşıyoruz İzmir’e. Bu meltem, kırların bu görünüşü ve bitkilerin kokusu, hepsi öylesine bildik.”
Seferis 1968’de, şiirlerinin İngilizceye çevrilerek yayınlanması nedeniyle, ABD’nde Princeton, Harvard, Rutgers gibi üniversitelerde konferanslar vermiş, şiirlerini okumuştur. Şiirlerinin çevirmeni olan Edmund Keeley ile yaptığı bir söyleşide, imgelerin çoğunun bilinçaltı kaynaklı olduğunu, nereden geldiğini kimsenin anlayamadığını, bu imgelerini kökünün şairin çocukluğunda aranması gerektiğini söyleyecektir. Bir “imge şairi” diyebileceğimiz Seferis, şiirlerinde adeta görsel öyküler, ilişkiler, nesneler, yaşantılar yansıtır. Onun şiirlerini okurken sanki bir rüya aleminde ya da bir resim sergisinde ya da bir sinemada film izliyormuşuz izlenimine kapılırız. Kayaların sesini, rüzgârın türküsünü, yolcuların telaşını, denizlerin ıssızlığını, dağların uzaklığını hissedebiliyoruz.”
Seferis, çağdaşı şairlerden Angelos Sikelianos’un ölümünden sonra yazdığı bir yazıda, “Şairin ölümü, bir doğumun başlangıcıdır” diyecektir. Seferis öldükten sonra, ondan doğan çok sayıdaki şiiri sayesinde onun iç dünyasındaki derinliklerine, alışkanlıklarına, onu mutlu eden şeylere, bizi gündelik hayatımızda kuşatan niteliklere, iyi şeylere tanıklık ediyoruz.
Evet, bizim Yorgo senin ölümün, bizde, İzmir’de ve Anadolu’da yeni bir doğumun başlangıcı oluyor.