Sezgin Kaymaz ve Eserleri Üzerine
Sezgin Kaymaz, sosyal medyada eserleriyle oldukça dikkat çeken bir yazar. Okuyucuları, onun yazdıklarını adeta hatmetmiş ve yeni eserlerini merakla bekleyen bir kitle oluşturmuş durumda. Kaymaz’ın kitapları hakkında yapılan yorumlar, onu tanımayan okurları hemen kışkırtacak türden: nefes kesici kurgular, Türkçenin inceliklerini gözler önüne seren bir anlatım ve buna benzer övgüler adeta gırla gidiyor. Hatta geçen yıl April Yayıncılık’tan çıkan öykü kitabı ”Bakele”’nin arka kapak yazısında, “…okuyan ‘İyi ki Türkçe biliyorum’ diye şükrediyor.” ifadesi yer alıyor. Bu durumu görünce, ”Ben de şükretmek istiyorum, benim neyim eksik” düşüncesiyle ”Kün”’ü aldım elime.
(”Bakele”’yi eleştiren, benim de ”Kün”’ü okumama vesile olan yazıya şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://www.benyazarsamolur.com/bakele-sezgin-kaymaz/)
Kün, Arapça’da ‘ol’ demekmiş. Arka kapağında da ”neleri neleri olduran bir roman…” ifadesi bulunuyor. Bu roman, bir dizi doğaüstü olaya ev sahipliği yapıyor; 28 yaşındaki Çeto isimli, Konya ağzıyla konuşan bir köpek, birbirinden habersiz görülen rüyalar, mezarlarından çıkarılan ve geri dönmek isteyen ölüler, onlarla iletişim kuran köpekler, yaşına bakmadan karşısındaki herkesi kendisine benzeten, sarışın ama kapkara gözlü bir çocuk olan Ömer, okuduğu ezanla camiyi doldurup taşıran ve ölüleri yeniden mezarlarına döndüren üçkağıtçı Aşut gibi karakterlerle dolu. Ve daha neler neler…
Bir romanda doğaüstü olayların yer alması elbette mümkündür. Ancak bu olayların, gerçekliğin altını kalın çizgilerle çizdiği ve onu güçlendirdiği ölçüde bir anlam kazanır. Bu nedenle büyülü gerçekçilik akımından söz ediyoruz. Gabriel Garcia Marquez’in eserleri, bu tür bir edebiyatın başyapıtlarıdır; hakkında tonlarca makale ve inceleme bulunmaktadır. Aksi takdirde, öngörülemez, gizemlerle dolu ve akıl sır ermez bir dünyaya kapı açan bir edebiyat, okuyucuyu edilgenleştirerek, bilincini dumura uğratmaktan başka bir işe yaramaz. Dolayısıyla ”Kün”’de yer alan gerçeküstü olaylar, birbirini izleyen bir dizi kanalın kalp gözünü açan programlarına benziyor.
(”Bakele”’yi okumadım – ”Kün”’den sonra okumayı da düşünmüyorum doğrusu – ama, onu okuyanı Türkçe bildiğine şükrettiren April Yayıncılık, ”Kün”’ü yeniden bastığında ‘İşte büyülü gerçekçiliğe Türkçe bir soluk’ şeklinde pazarlarsa şaşırmam.)
Romanın karakterleri ise kalın çizgilerle çizilmiş, adeta bu çizgilerle korunmuş. İyiler her zaman çok iyi, kötüler ise daima şeytan gibi. Ortada bir gri alan yok. Para hırsı gözlerini kör etmiş olan muhtar Naci Kalaycı ve yeğenleri, küçük Ömer’e eziyet etmekten zevk duyan ailesi, öğretmeni ve arkadaşları… Karşılarında ise iyilik timsali Hüdai Nabit, Muzaffer Hoca ve hatta Konya ağzıyla konuşan köpek Çeto gibi karakterler var. İyilik ve kötülük arasında bir geçiş yok, bu durum ise yavan karakterlerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Ayrıca, Kaymaz’ın diğer eserlerini bilmemekle birlikte, belki de yazarın böyle bir toplumsal meseleye değinmek gibi bir niyeti yoktur.
Geçtiğimiz günlerde ‘İstanbul Falcısı’ hakkında yazdım. O eser, 70’li yıllardan gerçekçi bir kesit sunan, toplumsal bir panorama çizen bir romandı. Romanın küçük kahramanı kambur Bekir’in ağzından dökülenler, piyasa edebiyatı namlı çöplükte iyi edebiyatın bir örneğiydi benim için. Ancak ”Kün” için aynı şeyleri söylemek maalesef mümkün değil. ”İstanbul Falcısı” ne ise ”Kün” o değil; ya da ”Kün” ne ise ”İstanbul Falcısı” o değil…
* Mezarların talan edilmesiyle ilgili iyi bir şeyler okumak istiyorsanız, – kitabı beğenmesem de – Nihat Genç’in ”İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” isimli romanının giriş bölümünü tavsiye ederim.
İletişim Yayınları, 2013, 1. Basım
Sezgin Kaymaz (1962 – )