Kitap İncelemesi
Bir arkadaşımın önerisiyle okuduğum oldukça ilginç bir kitap. Bu dünyaya kimlerin geldiği ve kimlerin geçtiği üzerine düşündürüyor.
Sakallı Celal olarak bilinen Celal Yalnız, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşamış, ilerici bir aydın, filozof ve kültür adamıdır. Galatasaray Lisesi mezunu olan Celal Yalnız’ın babası, Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’dır.
Paşazade kimliğine bürünmemiş, aydınlanma uğruna bilimden ve bildiği doğrulardan ödün vermeyen mütevazı bir entelektüel olarak anılmayı tercih etmiştir. Osmanlı döneminin yanı sıra Cumhuriyet’in ilk yıllarında da düzen, bu nevi şahsına münhasır kişiliğin değerini tam olarak bilememiştir.
Hepimiz, düzenin adaletli olmadığından ve hak etmeyenlerin kayırıldığından bahsederiz ya, geçmişte de bu durum çok farklı olmamış. Bu kitap, bu durumun arka planını derinlemesine incelemekte.
Gazeteci-yazar Orhan Karaveli’nin titiz araştırmaları, çok güzel bir biyografi ortaya çıkarmış. Bu biyografiyi okuyup etkilenmemek elde değil. Keyifli okumalar dilerim…
Kitaptan Alıntılar:
- “O, zamanından evvel doğmuş bir hür düşünür idi. Pek az kimsenin anlayabildiği… Fikir, irfan, medeniyet ve terbiye namına çırpındı durdu. Sonra, erken doğduğunu anladı, işi filozofluğa vurdu.” Hayatı; tüm ağırlığı, haksızlığı ve pisliği ile -iğrenerek- kabul etti. Sakallı Celal, muradına erememiş fakat kemaline ermiş bir adamdı. (s.31)
- “Rüzgarda savrulan sakalı, gür kaşları, geniş omuzlu cüssesiyle, kirli kasketine ve yağlı paltosuna rağmen, tebdil gezen bir masal padişahı gibiydi. Herkes ona korkuyla karışık bir saygı ile bakardı…” (s.32)
- Yoksulluktan kırılan bir köy kahvesinde konuşurken:
-Bastonumu soksam yeşertecek kadar verimli bu Anadolu toprağından, üzerinde yaşayan insanların karnını doyuracak kadar ürün alamamayı başardığımız için ne kadar alkışlansak yeridir! demiş ve bunun sorumluluğunu aydınlara yüklemişti:
-Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir… Türkiye’de ‘aydın’ geçinenler, ‘Doğu’ya doğru seyreden geminin güvertesinde ‘Batı’ yönünde koşturarak ‘Batılılaştıklarını’ sanırlar! (s.174)