Gecede: Leylâ Erbil’in Edebiyat Dünyası
Gecede, Leylâ Erbil’in 1968 yılında kendi olanaklarıyla bastırıp okurlara sunduğu ikinci öykü kitabıdır; ilki ise Hallaç’tır. Bu yıl, Leylâ Erbil, bu kitapla Sait Faik Öykü Ödülü’ne başvuruda bulunur; fakat maalesef öyküleri ödüle değer görülmez. Bu durum, onun edebiyat ödüllerine karşı duruşunu da simgeler ve belki de bu, diğer kitaplarının açılışında yer alan “Bu kitap hiçbir ödüle katılmamıştır,” ifadesinin arka planını oluşturur. Erbil, ödül dünyasına karşı bir muhalefet sergileyerek, edebiyatı ve yazarları belirli bir grubun, özellikle de günümüzde Doğan Hızlan’ın temsil ettiği bir çevrenin istek ve tutkularıyla yönlendirdiğini savunur. Zihin Kuşları isimli eserinde de belirttiği gibi, “Bir yazar gücü ne yapsın ki? Gerçek yazar güçten de ünden de utanır; nasıl bir dünyanın kendisine onu sunduğunun bilincindedir. En azından aramaz… Bir köşede keşfedilmeyi, olmazsa sessiz sedasız öbür dünyaya gitmeyi bekleyemez mi?” Bu sözler, onun edebi bakış açısını ve ödüllere karşı olan mesafesini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Gecede’ye dönecek olursak, kitap, sırasıyla Vapur, Ayna, Çekmece, Hokkabazın Çağrısı, Ölü, Tanrı ve Gecede isimli yedi öyküden oluşmaktadır. Bu öyküler içerisinde bence en ilginç ve düşündürücü olanı Vapur’dur. Ancak, Leylâ Erbil’in kendine has üslubu olan bilinç sıçramaları, bunaklık, sayıklamalar ve özgün noktalama işaretlerinin – virgüllü soru işareti, yan yana üç virgül gibi – bu öykülerin hemen hepsinde yer aldığını belirtmeden geçemem. Bu yoğun noktalama kullanımı (ya da Ayna isimli öyküdeki gibi neredeyse hiç noktalama kullanmama) bazen okuyucuyu zorlayabilir; fakat aynı zamanda özgün ve özgür bir Leylâ Erbil yazısının yapı taşlarını oluşturur.
Ve başkaldıran, isyankar Vapur… Zincirlerini kırarak özgürlüğe, kaptansız ve mürettebatsız yelken açan, donanmayı peşine takmasına rağmen bir türlü yakalanamayan, sonunda ”…kendinize gelin, doğrulun, geri alın ey!, bezdim ey!, bıktım ey!, görmek istiyorum ölmeden, anaları, babaları, çocukları, halkı görmek istiyorum hey!..” haykırışlarıyla gözden kaybolan bir Şirket-i Hayriye vapurudur. Kaybolurken, Boğaz’ın iki yanına biriken halkın da katıldığı bir alev topuna dönüşen, bir çakıp bir yiten kırmızı bir çizgi haline gelir. Vapurun ezgilerine, danslarına coşkuyla eşlik eden halk, sanki yasaklı bir bayramı kutlamaktadır. Fakat bu sahnede bastırılma, yaralamalar, ölümler ve tutuklamalar da vardır. Bu kötülüğün sorumlusunun vapur değil de kendileri olduğunu sorgulayan halk, bir daha ortada görünmeyecek olan o vapurun peşindedir. Nerededir artık o?
”Boğaz’da hiçbir nenleri değiştirmeksizin salt hokkabazlıkla çevresindekilere kendisini sevdirdiğini sanarak; insanların temel yaşamlarını bozamayıp onları sadece arada bir eğlendirdiği, avuttuğu için, bir bakıma kandırdığı, başkaldırmaya değil de boyun eğmeye doğru itelediği, onları kendi yanına çekemediği için çaresiz, tek umutsuz olduğunu sandığı için, kıymış mıdır kendisine vapur?
Gecenin ortasında, yıkma ve yakmalarını, çığlıklarını nasıl yankıladığımızı duymuş, bilmiş, umutsuzluğa düşmenin gereksizliğini kavramış, yapabileceğinin ne olduğunu çok iyi bilen bir taş parçası denli yeni bilinçler yaratmak üzere, başka ülkelere doğru yola çıkmamış mıdır? Sevinçten gözleri yaşarmış mıdır?
Uykularımızın içinde bugün bile düdük sesleri duyarak uyandığımızı biliyor mudur?”
İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, 6. Basım
Leylâ Erbil (1931 – 2013)