Belirsizlik ve Kayıp
“Belirsizlik, en kötü ihtimalden daha acı vericidir.”
– Dostoyevski

Bugün sizlere 1988 yapımı Hollanda-Fransa ortak yapımı bir filmden bahsetmek istiyorum. Anlatmam gerekiyor çünkü beğenilen bir şeyin paylaşılması taraftarıyım. İyi filmler, kitaplar, şarkılar ve daha fazlası… Hayat kısa, fazla vaktimiz yok; birbirimize yardımcı olmalıyız.
Filmin orijinal adı “Spoorloos” (İz Bırakmadan) olarak geçiyor. İngilizce’de “Kaybolan”, Fransızca’da ise “Bilmek İsteyen Adam” şeklinde çevrilmiş. Bu çevirilerin hepsi, filmin konusuyla ve ruhuyla uyumlu seçimler olmuş. Film, yazar Tim Krabbe’nin “Altın Yumurtalar” adlı romanından uyarlanmış.
Yönetmenimiz George Sluizer, gayet güzel, sade ve gerilimi bol bir film çekmiş. Hatta bu filmi izleyen Kubrick, filmi çok beğenmiş ve kendisini arayarak tebrik etmiş. Yönetmen de ona “Abi, yapma! Sen ‘The Shining’i çekmiş adamsın, biz kim köpeğiz senin yanında?” diyerek gülüşmüşler. Spoorloos, alışık olduğumuz asıp kesmeli, karanlık, kan ve vahşet kokan bütün gerilim filmlerine külahını ters giydiriyor; çünkü film, gayet aydınlık ve güzel manzaralarla dolu. Neredeyse hiç şiddet sahnesi içermeden insana sıkıntı vermeyi ve merak ettirmeyi başarıyor. (Filmin bu havası bana son dönemin sağlam korku gerilim yönetmenlerinden Ari Aster’i hatırlattı. Meraklı olanlar “Hereditary” ve “Midsommar” filmlerini kaçırmasın.)
Bölüm 1

Film, kız arkadaşıyla arabalarına atlayıp Hollanda’dan Fransa’ya tatile giden genç bir çiftin gayet güzel bir yol hikayesi gibi başlıyor. Yoldaki dağların ve doğanın manzarasını izleyerek, siz de arabanın arka koltuğunda kız ve oğlanla muhabbet ederek seyahat ediyorsunuz. Fransa’ya geldikten sonra durdukları bir benzin istasyonunda, kızın markete gidip gelmemesiyle birlikte, “Bu nasıl gerilim filmi?” diyorsunuz. Oğlanın tüm çabalarına ve araştırmalarına rağmen, kız hakkında hiçbir ipucu bulunamıyor. O günkü teknolojik şartları da düşününce, gerçekten birini kaybetmenin sıkıntısını hissediyorsunuz.
Bölüm 2 (Eser Miktarda Spoiler İçerebilir)

İkinci bölüm, kaybolan sevgilisinin başına ne geldiğini çözmeye çalışan Rex’in hikayesini ya da kaybolan kıza ne olduğunu anlatacak olan sosyopatın hikayesini anlatıyor. Kızın kaybolmasından sonra, bize hiçbir şey hakkında bilgi vermeyen yönetmenimiz, flash forward yaparak bizi 3 yıl sonrasına götürüyor. 3 yıl sonra, daha önce görmediğimiz bir karakterin hayatını izlemeye başlıyoruz. Sanki başka bir film izliyormuş gibi… İzlerken, yavaş yavaş bu adamda bir gariplik olduğunu ve gizli bir sosyopat olduğunu anlıyoruz. Çok geçmeden, kızın bu şerefsiz tarafından kaçırıldığını öğreniyoruz. Bu sırada esas oğlan, kızı aramaya devam ediyor. Afişler bastırıp kaybolduğu yer civarında sokaklara yapıştırıyor, televizyonlara çıkıyor; artık sadece kıza ne olduğunu öğrenmek istediğini söylüyor. Tabii bizim sosyopat, “Helal lan!” diyor çocuğa. Sevgilisinin peşini bırakmadığı için bir hayranlık duyuyor. Çocuk, bir sonuca ulaşamadığı için kafayı yemek üzere. Sonunda sosyopat, dayanamıyor ve adamın karşısına çıkıyor. Kıza olanları anlatacağını ama onunla beraber bir yolculuğa çıkmasını aksi halde hiçbir şekilde kıza ne olduğunu öğrenemeyeceğini söylüyor. Ortada bir kanıt yok çünkü. Esas oğlan bunu kabul ediyor ve bu öldürücü belirsizlikten kurtulmanın başka yolu olmadığına ikna oluyor. Sonunda, çok iyi bir finalle kıza ne olduğunu biz de Rex ile öğreniyoruz. Ama bakalım, bu öğrendiklerimizi gönlümüz kabul edip aklımız nasıl olacak? Film biterken, tüm bu sorgulamaları yaparken ekrana bakarak donmuş bir halde 5 dakika kalıyorsunuz.
“En iyi planlar, kader dediğimiz şey tarafından her an yok edilebilir.”
İzleyen olursa buraya film hakkında düşüncelerini yazsın. Bu arada, tarzları benzeyen ya da bu filmi izleyince aklıma gelen filmleri de buraya yazıyorum: