featured
  1. Yazılar
  2. Kitap İnceleme
  3. Edgardo Vega ve Moya’nın Anlatısındaki Gerçeklik ve Nefret

Edgardo Vega ve Moya’nın Anlatısındaki Gerçeklik ve Nefret

Edgardo Vega ve Moya'nın eserlerinde gerçeklik ve nefret temaları derinlemesine inceleniyor. Edebi anlatımın gücüyle, insan ilişkilerindeki karmaşıklıklar ve toplum eleştirisi üzerine etkileyici bir bakış açısı sunuluyor.

service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Edgardo Vega ve Moya’nın Buluşması

Edgardo Vega ve Moya'nın Buluşması

Edgardo Vega’nın, anlatıcının gerçekten var olan biri olduğunu belirtmesi dikkat çekiyor. Montreal’de yaşayan Vega, Moya’ya fikirlerini çok daha sert bir üslupla aktarmış. Ancak Moya, bu sertliği yumuşatarak iletmiş. Belki de öngördüğü tepkilerin hedefini şaşırtmak istiyor. Sonuçta, bu novella yayımlandığında Moya ölüm tehditleri almış ve memleketi El Salvador’a iki yıl aradan sonra, temkinli bir şekilde dönebilmiş. Dönüşü sırasında buluştuğu bir arkadaşı, onun neden döndüğünü sormuş; belki de ölmek istediği için geri geldiğini sorguluyordu. Vega’nın kendisinden bahsederken andığı Marist Keşişler okuluna Moya da gitmiş, çünkü o da kendisini yarı yarıya oluşturmuş, belki yarıdan fazlasını Vega’ya katmış.

Gerçeğin ne kadarının anlatıda yer aldığını bilemiyoruz; ama bu durum bizi ilgilendirmiyor. Biz metne odaklanacağız ve buluşmayla başlayacağız. Vega’nın durmadan bir şeyler anlattığı arkadaşı Moya’nın mekâna gelmesiyle, rock gruplarının ortamı nasıl berbat ettiğini öğreniyoruz. Sarmal anlatıda bu gruplar, diğer her şeyin tekrar tekrar ortaya çıkmasına benzer biçimde belirecek. Led Zeppelin ve The Beatles şarkılarını katlettikleri ortaya çıkacak. Birkaç milyon insanın yaşadığı bir ülkede doğru düzgün müzisyenin olmaması, Vega’yı saat beşle yedi arasında tutacak, sonrasında kulak sağlığı için oradan uzaklaşacak.

Kardeşinin evinden ayrılarak geçici bir süreliğine yerleştiği otele yollanacak ve tiksinti duymaya devam edecek. El Salvador Pilsener’ini içmek yerine, dünyanın en rezil içkisine maruz kalmak yerine viski içecek. “Karı içkisi” olarak adlandırılan içkiye talim edecek ki herkesin pek sevdiği biradan uzak durabilsin. Gün içinde gördüklerini hazmetmesi gerekiyor; gidişine az bir süre kalmışken bir sonraki güne katlanma payı ayırabiliyor böylece. On beş gün boyunca yanında kaldığı kardeşinden, kentteki at hırsızı tipli insanlardan, rezil heykellerden, pespayelikten kasıtlı olarak kurtulmuyor, kısa bir süreliğine. Böylece Kanada vatandaşı olmanın rahatlığıyla istediği zaman Kanada’ya dönmeden önce neden memleketini terk ettiğini ve ne kadar iyi kararlar aldığını görebiliyor.

Tabii annesinin ölümünden sonra yarı payının miras kaldığı evi de satabilsin. Kardeşinin yanında kalıp kendi hissesini okutarak cebinde 45 bin dolarla Kanada’ya dönse daha iyi olacak. Tercihlerini olumlayacak, katlandığı her şeyi bu istencine bağlamak gerekiyor. Moya’yla annesinin cenazesinde görüşüp sonrasında konuşmak istemesi de bu bağlantıdan doğuyor. El Salvador’un rezilliklerinden bahsederken Moya’yı da eleştiriyor Vega; sanat tarihi profesörü olduğu için “bilen adam” konumunda. Titrini tek bir kez anması, anlatıcı olarak ona seviye atlatabilir. Böylece Moya’nın orada kalarak edebi yeteneğine ihanet ettiğini, rezalet metinler yazdığını ve geride nitelikli bir eser bırakmadan ölüp gideceğini söyleyebilir. Vega, çekineceği bir şey olmadığına inanıyor.

Bir daha dönmemek üzere oradan, doğduğu ve yirmi yıla yakın bir süre yaşadığı yerden ayrılmak üzere, fakat söylenecek çok şeyi var. Gençliğinde edindiği on bir yıllık zihinsel sefaletinden kurtulma biçimi olarak da görülebilir bütün bunlar. El Salvador’u zihninden sıyırıp atma çabası, zihninin belirli bir bölümünden kurtulma, bilişsel kastrasyonunu tersine çevirme maksatlı bir eylem. Düşünceden sıyrılıp eyleme dökülmüş bir temizlik, “ülkelerin en kötüsünde, en canisinde” doğmuş olmanın diyeti. Üstelik hiç anlaşamadığı, çocukluğundan beri tek bir ortak noktasının olmadığı kardeşi Ivo’nun evinde on beş gün geçirme pahasına, ülkeye dönme kabusunu otuz sekiz yaşına kadar içinde taşıdıktan sonra korkularıyla nihayet yüzleşerek, Ivo’nun yaygaracı çocuklarına katlanarak, Ivo’nun beyinsiz ve gösterişçi eşinin saçma davranışlarına maruz kalarak, evdeki üç televizyonun üçünden de gelen seslere kulak tıkamaya çalışarak ödenen bir diyet. Bu, sırf annesinin ölümünden ötürü başlamayan; çok daha öncesinden başlayan bir sürecin ürünü aslında, yirmi yılın ağırlığını tartmak için.

Sonradan ortaya çıkan vasiyete göre, Vega’nın memleketine dönmesi halinde evin iki ortağı olacak. Bunu Ivo ve ailesi bilmediği için şaşırıyorlar ve Vega’yı haklarından mahrum etmeye çalışmayı düşünüyorlar. Ancak Vega pes etmiyor, evi hemen satmak istiyor ki gençliğinden kalan son ur da koparılıp atılsın. Geriye hiçbir şey kalmasın, hayatının bir parçası 45 bin dolar olarak banka hesabındaki sayılara eklensin. 45 bin dolar eden bir tiksintiden kurtulabilsin, böylece iç savaşın ve ölen onca insanın izlerini de silebilsin. Tabii önce onları yerin dibine sokacak. On bir yıl süren iç savaştan sonra komünistlerin El Salvador’u nasıl yağmaladıklarını anlatacak. Ölen onca insanın yok yere, birilerinin cebini doldurmak için sıçan gibi öldüğünü söyleyecek.

Savaştan sonra ülkede hiçbir alanda bilimsel bir gelişme görülmediğini, herkesin ülkeden kaçmak istediğini, üniversitelerinde tarih bölümlerinin olmadığı bir ülkenin berbat durumunu anlatacak. Sefil solcu politikacılardan bahsedecek ve çürümenin siyasi kanatlar için aynı şekilde ilerlediğini vurgulayacak. Yaptıklarından ve yapmak istediklerinden taviz vermeyeceğini söyleyecek. Zaten kurulmuş bir şekilde döndüğünü, Kanada vatandaşı olduğunu her fırsatta dile getirdiğini ve isteklerine karşı çıkan kim olursa onu bu kozla korkuttuğunu ve korkutacağını belirtecek. Hiçbir şekilde uzlaşılmayacağını anlatacak. Ülkenin kocaman bir gecekondu mahallesine dönüştüğünü, zengin muhitlerinin de aynı korkunçluğa sahip olduğunu ifade edecek. Özel üniversite sayısının kırka ulaştığı ülkede paralı embesillerin “üretildiğini”, beşeri ve sosyal bilimler derslerinin Sovyet ders kitaplarıyla öğretildiğini, ülkenin en iyi üniversitesinin koridorlarında bok yığınlarının biriktiğini, ülkenin her yerinde bok yığınlarının biriktiğini, kimsenin insan gibi yaşamadığını ve lavabolara işendiğini anlatacak.

Ardından birkaç gününe dair izlenimlerine geçecek. Örneğin, Kanada’dan El Salvador’a yolculuk ederken uçaktaki hayvanlardan bahsedecek; insan taklidi yapan hayvanlardan, alkolün etkisiyle anırmaya başlayan ve uçağı tam anlamıyla bir tımarhaneye çeviren hayvanlardan söz ederken, bindiği taksicinin kendisine attığı düşmanca bakışlardan şikayet edecek. Kardeşiyle ve kardeşinin bir arkadaşıyla gittiği bir mekanda, parça tesirli el bombalarıyla havaya uçurulma korkusunu tekrar tekrar anlatacak. Serseriler tarafından öldürülmekten korksa dahi, neden bir an önce gitmediğini açıklamayacak. Kendini henüz gerçekleştirmiş değil, bunun için bir faciaya ihtiyacı var. Pasaportunu kaybetmesi, facia ihtiyacını karşılıyor.

Gittikleri bir genelevde cebini yokluyor ve pasaportunun yerinde olmadığını fark ediyor. Uzunca bir süre orada çakılı kalmaktan korktuğu için kardeşine ve kardeşinin arkadaşına pasaportunun kaybolduğunu söylüyor. Hüngür hüngür ağlayacak duruma geliyor. Arabaya dönüp pasaportu arıyorlar ve sonunda buluyorlar. Pasaportta Thomas Bernhard ismi yazıyor; Vega’nın en sevdiği yazar. Adını olduğu gibi aldığı Bernhard, bir başka Avusturya’da, hatta Avusturya’dan daha Avusturya olan bir yerde dolanıyor. Doğduğu ülkeyi Kanada’ya dönmeden önce düşünceleriyle yok etmeye çalışıyor. Yok Etme.

Bernhard ile Kıyas

İster istemez Bernhard’la kıyas yapmak gerekiyor. Bernhard’ın karakterleri, bir “olma” sürecini sürdüren ve kendileriyle de mücadele eden karakterler; dolayısıyla Vega’ya göre çok daha derinlikliler. Vega’nın ülkesine dönmesiyle doğan, bazen abartılı bir şekilde vurgulanan nefreti parodiye dönüşüyor. Zafer kazanmak üzere olan bir karakterin nefreti ile kendini yok etmenin sınırındaki bir karakterin nefreti arasındaki fark bariz. Bu yüzden anlatım, Bernhard’ın kusursuz bir kopyası olsa da karakterler arasında temeli, geçmişi tam anlamıyla, geniş açıdan kurulmamış bir kişiliğe sahip karakterden doğan büyük bir fark var.

Bu bağlamda Fatih Balkış’ın Karaçam Ormanı’ndaki karakterinden de bahsetmek gerekiyor; Balkış’ın karakteri ve anlatısı, bu bağlamda Moya’nınkinden çok daha başarılı. İki anlatıcı da ülkelerine Kanada’dan dönüyorlar, bu da ilginç bir detay.

İyi. Bernhardvari metinler artsın, anlatılarda öfkeli sesler yükselsin.

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Edgardo Vega ve Moya’nın Anlatısındaki Gerçeklik ve Nefret
+ - 0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.