featured

Cengiz Dağcı

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Öncelikle zorlu ve imtihanlarla dolu bir hayat yaşayan ve 2011 yılında aramızdan ayrılan Cengiz Dağcı’yı rahmetle ve özlemle anıyorum. Dağcı’nın eserlerinde hayatından izler görülür. Çoğu kez romanlarını yazarken başrole kendini koyduğunu ve hayatını romanlaştırdığını söyleyebiliriz. İmtihanla dolu hayatın romana yansıması Dağcı’nın güçlü kalemiyle birleşince de harika eserler çıkmıştır ortaya. İçinde bir ben bulduğum eserler… O zorlu hayatın kelimelere döküldüğü romanların her bir sayfasında yaşar gibiyim. O ölüme korkusuz bakan gözlerde ölüme meydan okumuş gibiyim. Sürgünlerde yaşamla kavga eder, gözlerim önünde gün geçtikçe unutulan insanlığı arar gibiyim. Şu söz kesinlikle doğrudur; “Kitap okuyan insan bir sürü hayat yaşar.” Ben Dağcı’nın kitaplarının başında doğar, sayfalarında yaşar ve sonunda ölürdüm. O kadar çok hayat yaşadım ki yaşımın 16 olduğundan kuşku duymaktayım.

Dağcı’nın hayatının eserlerine yansımasını da böyle anlatmak istiyorum sizlere. Önce doğacağız sonra kelimelerle yaşayacağız ve sonunda hepimiz öleceğiz… Önce doğuyoruz.. Kırım topraklarında, hayata gözlerimizi açıyoruz. Yaşam başlıyor, yaşamaya başlıyoruz. Yaşamak nedir? Her insan yaşar mı acaba gönlünce? Yaşamak, kimi için keyif rahatlıkken kimi için ezilmek ve çalışmaktır. Kimi için sürgün, imtihan kimi için hırs ve paradır. Kimi için mücadele kimi için savaştır, harptir. Yaşamak öyle bir kelimedir ki işte milyonların hayatının sığabileceği tek bir kelime… Dağcı’nın romanlarında ise yaşamak; ata toprağından kopmak, sürgün, rahatsızlık, korkunç yıllar, insan olamamak, yurdunu kaybetmiş bir adam ve gözler önünde hayatın parçası haline gelmiş ölüm ve ölümler…

Dağcı’nın eserlerinde yaşamak öyle bir anlam kazanmıştır ki hayattan kopup onlarla ölmek istersiniz. Yaşamak ne berbat bir hismiş o insanlar için. Acı veren, yaşamak mı yoksa istedikleri gibi yaşayamamak mı acaba? Sahi o insanlar hiç yaşayabilmiş miydi? Onları yaşamaktan yoksun bırakan kimdi? Dünya da bir kesim bağırır diğeri sinip dinler miydi? Dünya düzeni bu muydu? Yok olmak için yaşamak… Dağcı’nın Onlar da İnsandı adlı romanından şu sözlerle cevap buluyoruz sorumuza: ” Dünyayı, hayatı değiştiremezlerdi ki! Dünya böyle yaratılmıştı onun için. İlle birisi bağıracak ötekiler bağıranın sesinden sinip usanacaklardı. ” Demek ki biri bağıracak diğeri susacakmış, dünya düzeni buymuş. Merak ediyorum direniş başlar da herkes bağırırsa, Dünya bu gürültüyü kaldırabilecek mi acaba?

cengiz dagci hayati

Yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz şeyler vardır. Yemek yemek, öldürülmemek gibi ve bunun getirdiği mecburiyet olan boyun eğmek… Dağcı’nın Yurdunu Kaybeden Adam romanından şu satırlar dökülüyor önümüze boyun eğmek deyince: ” Kadınlar, çocukların son lokmasını ağızlardan alıp köyden geçen askerlere veriyorlardı. Veriyorduk, çünkü biz yenilmiş bir milletiz. Verecektik, yaşamak için verecektik. Zelzeleden harap olmuş evlerimizde, ihtiyarlarımız, kocasız kalmış kadınlarımızla biz daha acınacak haldeydik; ama işte gene o askere ekmek veriyorduk, su veriyorduk. ” Şu sözlere tekrar dokunmak istiyorum: ” Verecektik, yaşamak için verecektik. ” Vermeliydik, boyun eğmeliydik, en berbat hayatımızda bile, bu acınacak halimizde bile biz olmayanı bile onlara vermeliydik yalnızca yaşamak için…

Yaşamaya devam ediyoruz….

Yaşamak için öncelikle üstüne basacağımız bir ata toprağı lazım bize. Dağcı toprağını romanlarında üstünde yaşayamadığı, hasret kaldığı ve sürgün edilerek mahrum bırakıldığı ata toprağı olarak anlatmıştır bize. Romanlarında toprak insanların değil ulusundur. Ulusun olan toprak ne verilebilir ne de satılabilir. Dağcı Onlar da İnsandı adlı romanında toprağı bize yaşlı bir köylünün ağzından şöyle anlatır: ” Anlat onlara iyice anlat! De ki bizim topraklar yurt parçasıdır; toprak bizim değil ulusundur. Eh, ulus toprağını nasıl veririz? Söyle bana nasıl veririz? İnsan her şeyini verir, ama canını nasıl verir, söyle bana! ” Ama kimse anlamadı o yaşlı köylüyü. Oysa o toprağını canı gibi görürdü. Nasıl bırakır giderdi, kime bırakır giderdi? Ata toprağıydı o ve bir sonraki nesle de ata toprağı olarak kalacaktı, kalmalıydı…

cengiz dagci yasami

Yaşamımızın sonuna yaklaşıyoruz. Sürgün ediliyoruz. Ata toprağımızdan zorla öldürülerek sürgün ediliyoruz. Ölmemizi, ata toprağını, çocukluğumuzu, mezarlarımızı, gelincik çiçeklerimizi bırakıp gitmemizi istiyorlar. Canımızı bırakıp gitmemizi istiyorlar ama can nasıl bırakılır? Dağcı’nın Onlarda İnsandı kitabında kırım topraklarından sürgün edilen tatarların, acı ve bir o kadar da umut dolu son sözlerini ben bir daha aynı duygularla söylemek istiyorum sizlere. ” Bu toprağın… Dedelerimin kemikleri üstüne benimde kanım aksın. Gidin! Bir gün gelecek yavrularımız geri dönecekler. Şimdi ayaklarımın, dizlerimin olduğu yerde benim bu izlerim silinecek, gelincik çiçekleri açacak. Gidin! Bilin ki yavrularınız bir gün geri dönecekler, gelinciklere bakıp, bizi hatırlayacaklar. Bu toprağın, bu yurdun kıymetini bizden daha iyi bilecek, onu bizden daha çok sevecekler.” Umut, iyi ki var. Yarınlar için bizi hayatta tutan, bize güç veren umut iyiki var. Sürgün edilirken, acı çekerken ve ölüme giderken bile iyi ki var…

Metnin sonuna doğru yaklaşırken aynı zamanda ölüme de yaklaşıyoruz. Peki korkuyor muyuz ölüme yaklaşırken? Dağcı Yurdunu Kaybeden Adam adlı romanında korkuyu ölüme korkusuz ve telaşsız bakan insanların ona öğrettiğini söyler. Ve yine aynı kitabından şu sözler anlatır bize ölümü, ölüleri, öldürmeyi ve ölüme yürümeyi:

“Uzaktan, ölüleri bazen de ölüme gidenleri görürdük. Ölüme gidenler hiç ses çıkarmazlardı. Belki de en korkuncu onların bu sessizliğiydi. Siz belki korkar belki korkmazsınız… Ben korkuyordum. O adamların sessizliğinde sarsılmaz bir kuvvet, hainlerin bile kalplerini titretecek bir kuvvet vardı… Ben o zalimlerin kalplerini okumak istiyordum. Öldürürken titriyorlar mıydı acaba?” Dağcının Ölüm ve Korku günleri adlı romanında Varşova’ dan sürgün edilen Polonyalı genç hanımefendi Teresa ile 50 yaşındaki Paplawski arasındaki şu diyalogla bitirmek istiyorum:

– Korkuyor musunuz?

-Yok; korkmuyorum. Elli yaşındayım ben, Bayan Teresa. Elli yıl daha yaşamak isterdim tabiî. Ölmeyi hiç istemezdim, bana kalırsa. Ama Tanrı insanlar için o kadar cömert değil ha! Bir gün öleceğiz. Hayat iyi bir şey doğrusu! Ama hayatın her yanı da aynı değil. Bir yanı günlük güneşlik olduğu zaman öteki yanı bulutlu ve gölgeli oluyor. Savaştık. Ümitle, inançla savaştık. Bu ömrün güneşli yanıydı benim için. Şimdi ise gölgeli yanındayım.
Sustu. Biraz sonra gözlerini yüzüme çevirdi, gülümsedi ve elimi sıkarak

– Korkmayın, dedi. Gölgeli yanında kalanlar için de hayat bir gün günlük güneşlik olur elbet.

Metnimin sonuna gelmiş bulunmaktayım. Umarım kelimelerle yaşayıp metnin sonunda hepimiz ölebilmişizdir. Kısa bir süreliğine olsa da o insanlarla aynı duyguları yaşayabilmişizdir. O insanlar olabilmişimdi, ve en önemlisi anlayabilmişizdir bu yaşamın değerini..

Bu yazıyı değerlendirmek için tıklayın!
[Toplam: 0 Ortalama: 0]

0
be_enmek
Beğenmek
0
komik
Komik
0
sinirli
Sinirli
0
s_k_c_
Sıkıcı
0
_a_rmak
Şaşırmak
Cengiz Dağcı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Binbir Kitap ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!